Elli yılı geçti. Birbirimizi tanıdığımızda ilk gençlik yıllarımızı bitirmek üzereydik. O şiir yazardı. Bazı akşamlar Kaleköy’e doğru uzanan şose yolda yürürken felsefeden, edebiyattan, aklımızın erdiği kadarıyla siyasetten konuşurduk. Sonraki yıllarda da dostluğumuz sekteye hiç uğramadı. Farklı politik yönsemelerde de olduk ama bu, dost kalmamızı engellemedi. Salim Çetin’den söz ediyorum. Salim Çetin Konak Belediyesi’nde yıllarca Sanat ve Kültür Müdürlüğü yaptı. Harika etkinliklere imza attı. Şimdi o da emekli ve refikimiz Yenigün Gazetesi’nde haftanın bir günü ağırlıklı olarak belediye-kültür ve politika konularında yazıyor. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına karşın yine sık sık bir araya geliyoruz; kitaplardan, edebiyattan, giderek çölleşen kültür dünyamızdan konuşuyoruz.
Anılar deyince… O türün üstatlarından biri Muzaffer Buyrukçu’dur. Kitaplarında, şiirlerini her zaman hayranlıkla ve severek okuduğumuz Cemal Süreya’dan, Turgut Uyar’dan, Edip Cansever’den, adlarını sayın sayın bitmez bütün şairlerden, yazarlardan söz eder. Hep yakın plandadır. O kadar ki, bir anı yazısını okuyan C. Süreya’nın Buyrukçu’ya, “Sahiden, ben bunları mı söyledim o masada?” diye sorduğu bile olmuştur. Çünkü Buyrukçu, tıpkı eskilerdeki vakanüvisler gibi, o içki masasında neler konuşulduğunu bire bir yazmıştır. Ayrıntıların ustasıdır.
Sorulsa ve ortam müsaitse sözgelimi ben de Tarık Dursun K. ile ilgili olarak size yüzlerce anımı anlatabilirim. Tabii konumuz edebiyatsa, kitaplarsa, yazarlar ve yayıncılarsa, sinemaysa… Kadim dostum Salim Çetin’le bir ara ona dair anılarımızı yazıp bir kitapta toplamayı konuşmuştuk. Araya hayat girdi, yapamadık. Belki bir gün…
Bu konuya nereden geldim? Şuradan: Geçenlerde Maksim Gorki’nin Tolstoy’dan Anılar adlı kitabını (YKY) okurken bu türün bizde neden zayıf kaldığını düşündüm. Böyle edebiyatçılarla ilgili anılarını Buyrukçu’dan, Oktay Akbal’dan, Mehmed Kemal’den başka içtenlikle yazan kaç kişi var ki! Gorki, sağlığında büyük üstat Tolstoy’u sık sık ziyaret ederek onunla sohbet etmiş, yakından gözlemlemiş, insan yanını daha bir öne çıkarmış. Aldığı notların birinde, “Onu her şeyden daha çok uğraştıran, açıktan açığa kemiren düşünce, Tanrı düşüncesi”ydi diyor. Bir başka notunda ise Tolstoy’un, “İsa bir Rus köyüne gelmiş olsaydı, kızlar onunla alay ederdi belki” dediğini belirtiyor. Tolstoy’un Rus ve dünya edebiyatını yakından izlediğini belirttikten sonra onun Romantizm akımı ile ilgili olarak, “gerçeğin gözlerine doğrudan doğruya bakabilmekten duyulan korkudan” doğduğunu yazıyor. Dostoyevski’nin deli kahramanlarından biri için, “inanmadığı bir amaca çalışmış olduğu için, hem kendi kendinden, hem de başkalarından öç alarak yaşayan bir kişi” saptamasını yapıyor.
Bu işte: Biz anıların toplamıyız. Anılarımızla varız. Yaşayan onlardır aslında.