Tanrım, aşk konusunda ne çok şey söylendi! Hâlâ söyleniyor ve söylenen hiçbir söz, aşkın ne olduğu ya da olmadığı konusunda doyurucu olamıyor. Sözgelimi, Ahmet Ümit, aşkın insanı köpekleştirdiğini söylemişti. Duyduğumda çok yadırgamıştım, epey sonra geriye dönüp özel tarihime de şöyle bir göz attığımda…
Ünlü Alman filozof Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği adlı kitabında aşk duygusunun doğanın insanoğluna attığı bir kazık olduğunu filan söyler. Ona göre aşk, aslında bir senaryodur. Doğa, varlığını sürdürmek ve çoğalmak için insanlara böyle bir senaryo yazmış ve oynatmıştır. Çünkü der, insanoğlunun dışında hiçbir canlı âşık olmaz. Bir hayvanın başka bir hayvana, bir çiçeğin başka bir çiçeğe âşık olduğu görülmemiştir.
Eski bilgelerden bir başkası ise kadim çağlardan Schopenhauer’e destek çıkar: “Aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur” Buna göre bir erkek ya da bir dişi birbirlerini güzel, çekici bulduklarında ve elbet aşık olduklarında bu, yüzeydedir. Dipte olan ise doğanın çoğalma arzusunun onlara yazdığı senaryodur.
Âşık Veysel’in “Güzelliğin on par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa” dizelerini burada hatırlamanın tam zamanı bence. Birilerinden duymuştum: Âşık Veysel’e “Aşk nedir?” diye sormuşlar. O da, “Ali Ayşe’yi sever, kavuşamaz, işte ona aşk denir” demiş. Tanrım, ne kadar yalın! Tabii bu tanım, kavuşmanın aşkı bitirdiğine de gönderme yapıyor.
Öyle midir? Bilmem! Bazı üstatlar evliliğin aşkı öldürdüğünü filan söylüyorlar. Bir başkası ise biraz romantik: “Aşk, evrendeki mutlak yalnızlığımızı paylaşma arzudur.” Tabii buradan şu kanıya varıyoruz: Evrende yarım ve yalnızız. O halde diğer yarımımızı bulmalıyız. Âşık olduğumuz, işte o kayıp yarımımızdır.
Bir şarkı, “Bütün aşklar tatlı başlar” der. Doğru. Öyle başlar ve sonunda birinin canı yanar. Kimileri açtıkları o aşk acısının yarasında canını verir. Çünkü hiçbir aşkın başladığı tatta bittiği görülmemiştir. Aşk mutlaka bitecektir, çünkü başlamıştır ve başlayan her şey biter. Belki de Cemal Süreya, bu yüzden çok bilinen o şiirinin bir yerinde: “Parklardan bahçelerden geç git / Aşklar da bakım istiyor, öğrenemedin gitti” der.
Bizde ilginç aşk romanları vardır, sözgelimi. Aşk-ı Memnu, bunlardan yalnızca bir tanesi. “Bizdeki ilk psikolojik roman” diye tanıtılan Eylül de öyle… Kahramanlarımızın biri amcasının eşine vurgundur, diğeri arkadaşının eşine. Zamanımızdan yüz küsur yıl önce yazılmış olmalarına karşın bu iki yasak aşkı necip (ve de muhafazakâr!) milletimiz nasıl olmuş da kabullenmiştir; hâlâ anlayamamışımdır.
Dışımızdakilere gelince: Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm’ü için ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Tabii Nabokov’un Lolita’sı ve Goethe’nin Genç Werther’in Acıları adlı kitapları için de…