Aynı kültürün farklı farklı uygulayıcılarıyız! Biri okur anlatır veya yazar, izleyicileri tekrar ederler bunları. Şu veya bu tarafta olunması fark etmiyor. Sormuyor, sorgulamıyor, araştırıp tartışmadan kabullenip kolayına kaçıyoruz. Bu nedenle de bu düzende tepiştiriliyoruz. Efendilerin düzeni de böylece sürüp gidiyor.
Yaşadıklarımıza bir bakın lütfen, nasıl da önyargılar ve dogmalarla yüklenmişiz! Herkes salt doğrunun kendi düşünceleri olduğunu düşünüyor; mutlak yok oysa. Dayatıyor kendini, farklılığı kabullenmiyor. Oysa diyalektik gerçek, her şey zıddıyla var. Çelişkiler uzlaşır veya uzlaşmazdır. Uzlaşır çelişkileri bile uzlaşmaz çelişkiler hâline getirmek en büyük becerimiz. Böylece sağlıklı bir örgütlenmeyi sağlayamıyoruz. Her tarafın örgütlülüğü ve elemanları için geçerli bu gerçeklik.
Böyle isteniyor ve böyle olmasını sağlayabilecek olanaklara sahipler; ustaca kullanıyorlar. Sözlü, yazılı ve görsel basında; reklâmlarda, tüm iletişim kanallarında bilinçlerimize format atıyorlar. O kadar çok omurgasız, kişiliksiz uzmanları ve elemanları var ki…
Toplumumuzun bu nedenle en önce aydınlanmaya gereksinimi var. Aydınlanma sadece lâiklik değildir ama lâiklik temelidir. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, insan hakları, lâiklik toplamıdır aydınlanma. Bugün bunlara ekolojik haklar, kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları gibi başlıkları da eklememiz gerek. Sonuçta, aydınlanma aklın özgürleşmesi ve göksel değerlerden yersel değerlere geçilmesidir. Aklın, bilimin yol göstericiliğinde bilgeliğe doğru yol alıştır.
Din ait olduğu mabetlere girmez de yaşamımıza karışırsa daha çok çekeriz! Siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel konularda olduğu gibi ekolojik konularda da aydınlanmaya gereksinimimiz var. Ancak, tepeden inmeci ve halka rağmen değil sınıfsal temelli, ekolojik ve insan haklarını da tam anlamıyla kapsayan bir aydınlanmaya…
Umarım başarırız; başarmak zorundayız. Yoksa yaşatılanlara devam…