Yaşlandıkça öğrendiğim şeyler köşesine hoş geldiniz. Bak öğrendiğim ilk cümle de...Yaş aldıkça dememek.
Sanki yaşlanmak ayıplı mal olmak gibi...
Yaşlanıyoruz işte ne yaş alması.
Ayrıca yaşa hiç inanmayan biri olarak sürekli ay yaşını hiç göstermiyorsun lafını söyleyenlere çok üzülüyorum.
Bunu söyleyen yaşa takmış demek ki...
Hayallerimi, yaşam tarzımı, isteklerimi istemediklerimi yıllara bağlamadım çok şükür.
Belki o yüzden dış görünüşüm yaşıma uymuyor.
Ki neye kime göre o uyum.
*
Ben 78 yaşında kanserle mücadele ederken ipad’inden Depeche Mode konseri izleyen, aynı evin içindeyken küsünce bana Fikret Kızılok’tan Yeter ki Sen Sev Beni açan bir kadının kızıyım.
Annem de yaşa inanmazdı.
Annemin de arkadaşları hep gençlerdi.
Küçükken hatırlıyorum yeğenlerinin genç arkadaşları ona bayılırdı ve evimizi çok sık ziyaret ederlerdi.
O gençlerin hepsine Montaigne’nin Denemeler’ni hediye ederdi.
Benim annem ilkokul mezunu ama bütün hayatını kitap okumaya adamış bir kadındı.
*
Çeşme’ye taşındığımda tanıştığım iki çocuklu bir arkadaşım annemden her konu açıldığında şunu anlatır...
Annem hasta yatağında demiş ki “ Git bak aşağıda kütüphanede şu kitap var, onu al çocuklarına hediye et. Ve çocuklarına kitap okut. Dersleri için zorlama ama onlara kitap okumayı sevdir. Gerisi gelir.”
Kitap Uzun Çorap Pippi...
Aslında uzun adı Pippilotta.
Beni küçücük bir çocukken büyüleyen ve hala keşke Pippilotta gibi yaşayabilsem dediğim hikayeler.
*
Bizim annemle öyle kucak kucağa bir ilişkimiz yoktu.
Hep ve büyük bir savaştı.
Ama birbirimizi aslında bu kadar yakından tanıyıp sevdiğimizi hep sakladık.
Meğer annem o kitabın kazık kadar bir kadınken bile beni etkilediğini biliyormuş.
Küsken o içeriden Fikret Kızılok açtığında ben gidip ona sarılmak isterken tamam seni duydum demek için bahçeden şarkıyı hoparlöre bağlar evi çınlatırdım.
Biz de öyle anlaşıyorduk işte.
*
Sonra, hayatını kaybetmeden önceki yaz başı yine eve gelir gelmez beni delirtti bebişim ve yine ben bağır çağır odama kapandım.
Ve dedim “Öncel bir yaz daha böyle geçmez tavrın değişirse kaderin değişir, in aşağıya onunla konuş.”
İndim ve dedim ki “Anneciğim, ne olur artık konuşalım bak bu böyle olmaz!”
Annem çok şaşırdı, şunu dedi ve sonra artık çok geç de olsa aramız düzeldi: “Ah annem kıyamam özür dilemene gerek yok ki ben zaten seni hiç ciddiye almıyorum!”
Püskürerek kahkaha atıp sarıldım bebeğime.
Bu aslında şu demekti, senin şu halini ilk kez görüyorum ve çok üzüldüğünü anlıyorum, boş ver üzülme!
Çünkü “anneciğim” demiştim ona.
Saçmalama anne, abuk sabuk konuşma anne, beni delirtme anne duymaya alışmıştı ve anneciğim dedim.
*
O benim yaşsız arkadaşımdı çünkü. Anne gibi hissetmemem o yüzdendi.
Hep çok güçlü ama tıpkı benim gibi şımarık kız çocuğuydu.
Kafa kafaya çarpıştığım akranım.
Eğer bir kere bile bana “Bana bak haddini bil ben senin annenim ağzını tavrını topla” diye haşlasaydı kulaklarım düşerdi eminim.
Ama o klasik anne rolünün ötesinde bambaşka bir ruhtu.
Onun yaşı yoktu.
Toplumda genel geçer anne rolünü üzerine eğreti almak yerine tek başına Nur olmuştu.
*
Evet benim annemin yaşı yoktu.
Kimseye eyvallahı da yoktu.
O kimsenin bir şeyi değildi.
Sadece çok güçlü, çok merhametli, anlaması zor bir kadındı.
Tek başınaydı.
Kızlar annelerinin kaderini yaşarmış.
Yaşıyorum anne.
Senin gibi yollardan otostop yapan öğrencileri, yağmurda duraklardan kadınları toplayıp evlerine kadar bırakıyorum.
:)
Deli diyorlar bana, desinler annem.
(Bu yazıyı annem gittiğinde değil de neden şimdi yazdığıma gelince... Gücüm yoktu.)