Deniz Akkaya’nın kızıyla yaşadıklarını izleyince 80’li yıllara ışınlandım. Hatırlamak istemediğim anılar, korku filmi kareleri gibi gözümün önüne geldi.
Deniz Akkaya’nın 16 yaşındaki kızıyla yaşadıklarını anlattığı videoları izleyince 80’li yıllara ışınlandım sanki.
Zamanda yolculuk benim için gerçeğe döndü. Asla hatırlamak istemediğim kocaman hantal eski bir sandığa kilitlediğim anılar, korku filmi kareleri gibi gözümün önüne geldi.
Bak işte daha üçüncü satırda başladım ağlamaya.
Hiç hatırlamak istemediğim, bir çocuk için, bir ergen için kâbuslar şatosu o ev.
Ve o evde yapayalnız bir kız çocuğu.
Evde annenin ilgisi tamamen diğer çocukta…
Küçük kız da işte garibim el yordamıyla hayatı öğrenmeye çalışıyor.
O evde kendisine uygulanan psikolojik şiddeti, adeta nefret tonuyla yönelen hakaretleri, aşağılanmayı ve yapmadığı şeylerle suçlanmayı. Anlayamıyor…
Kafasında dönen plak susmuyor. “Annem beni niye sevmiyor?”
***
İşte o çocuğun yaşadıklarını hiç hatırlamak istemediğim için çoktan sandığa koyup o sevimsiz evimizin küf kokulu bodrumuna kapattığımı sanmıştım.
Fakat Akkaya’nın videolarını izleyince bodrumun kapısı açıldı, sandığa kilitlediklerim ortaya saçıldı.
Anlatacağım.
Sonunda yazacağım.
Bugün burada bitsin gitsin aksın içimdeki irin.
***
Yaptığı her çocukluk, gençlik hatasında hem de başkalarının yanında sürekli küçük düşürülen, hataları yüzüne vurulan ve eğitim anlayışı cezalandırmak olan bir anneyle büyüdüm ben.
‘Özellikle başkalarının yanında’ kısmını biraz açayım.
Ege Üniversitesinde danışman olarak çalışan kiracımıza benim ‘durumum’ anlatılmış ve o müthiş psikolog adam şöyle uygun olduğunu söylemiş anneme: “Herkesin yanında yaptıklarını, varsa yalanını vs. yüzüne vurun ki sizden utanmıyorsa başkalarından utanır bir daha yapmaz!”
Adı bile aklımda o herifin… Neyse…
Annem de işte uydu o garabet tavsiyeye.
Tüm ergenlik hırçınlıklarımı anlamaya çalışmak yerine beni bazen arkadaşlarımın, bazen konu komşunun bazen de akrabaların yanında azarlayarak, küçük düşürerek, hakaret ederek cezalandırma hevesi bitmek bilmedi.
Diyorum ya Deniz Akkaya’nın kızına yaşattığını birebir ben de yaşadım.
Hem de yıllarca.
***
Üniversiteyi kazanıp aynı yıl bir gazetede sadece yemek ve yol parası karşılığı çalışmaya başladığımda bitti bu kabus.
Çünkü beklenen olmadı. Öncel okudu. Bir meslek sahibi oldu.
Sonra annem beni çok ama çok sevdi.
Büyürken sevmediği kadar, ben büyüdükten iş işten geçtikten sonra çok sevdi.
Ama bu kez de roller değişti, ben hep aksi ve sert davrandım kadıncağıza.
İsyan ettim, sınırları zorladım ve kendi ayaklarımın üzerinde durma zorunluluğunun üzerime bindirdiği yükün acısını hep ondan çıkarmaya çalıştım.
Aman anne… Saçmalama anne… Öf anne… Sus anne…
***
Şimdi diyeceksiniz ki annen öldükten sonra kadının dedikodusunu mu yapıyorsun?
Gereksiz ölçüdeki adalet terazim buna izin verir mi hiç!
Size bu yazdıklarımı harfi harfine annemin kanser olduğunu öğrendiğimde konuştum ben.
Dedim ki anne gel yıllardır yapmamız gerekeni şimdi yapalım...
Gerçek bir anne kız gibi konuşalım, dertleşelim. Eteğimizdeki taşları dökelim.
Yukarıda yazdıklarımı dile getirip “Anne… neden beni büyürken sevmedin?” diye sordum.
Şu andaki gibi salya sümük ağlayarak.
Bekliyorum ki annem müthiş şefkati bir ses tonuyla, ağlamaklı şey desin: “Olur mu evladım? Sen de benim çocuğumdun. Hiç evlat ayrılır mı? Ben seni de pamuklara sardım.”
***
Öyle demedi Nurişim… Aslında tam da kendisinden beklenen cevabı verdi: “Aman be boş ver artık sen de düşünme bunları, hem bak fena mı oldu sen çok güçlü bir kadın oldun” dedi.
Ben hüngür şakır ağlarken bir anda gülmeye başladım. Annem de telefonun ucunda kıkır kıkır gülüyor. Biraz şımarık biraz da fırlama bir kadındı benim annem. Sinirlerimiz boşaldı, güldük, konuyu değiştirdik. Bir daha da hiç açmadık.
Ama o günden vefatına kadar geçen kısa sürede gerçekten ilk kez karşılıklı sevgi ve anlayış içine girdik.
Bence kendisi kabul etmese de o da içten içe biliyordu beni büyütürken yaptığı yanlışları…
***
Çocukluk arkadaşım Psikiyatr Prof. Dr. Zeki Yüncü ile bir konuşmamızda ‘ebeveynleri, çocuklarınızı büyürken sevin’ diye uyarıyorum demişti.
Ben doğurmadım, çocuğum yok bu konularda ahkâm kesemem.
Ama bu sözün doğruluğunu çocuk tarafından onaylayabilirim.
Deniz Akkaya’nın 16 yaşındaki kızını milyonlara şikâyet ettiği, o videoları izleyince Ayşe’yi sarıp sarmalamak geldi içimden.
Küçücük bir çocuk o!
Üzerine tonlarca suçlama, hakaret, utanç boca edilmiş küçük bir çocuk.
Hiç unutmayacak kendisine hem de annesi tarafından yaşatılan bu travmayı.
Yapmayın çocuklarınıza bunları yapmayın.
Unutmuyoruz sonra unutamıyoruz.
Dışımız güçlü sert kabuk görünse de içimiz çilekli jöle kıvamı bizim.
Hayatın acımasızlığına karşı direnirken, içimizdeki şefkat ve merhamet duygularını nasıl dengeleyeceğiz diye, tutunacak dal araya araya tükenip gidiyor işte ömür.
Ki o dalların da çoğu çürük…
İçimizdeki ufaklığın boynu hep bükük.