Zaman bir değildir. Biricik de değildir. Zaman hepimizin üzerinde anlaştığı dramadır, sözleşmemizdir hepimizin imza ettiği. Zaman herkesin olan hiçbir şeydir. Bu zamanın içinden 2019 yılını bitiriyoruz.
Hepimizin kişisel öyküsünde farklı yansımaları olan bu yılın bize bıraktığı o kekre tat, o olmamışlık duygusu sanırım ortaklığımızın bir başka boyutu. Çünkü öznel varlığımız, içinde bulunduğumuz zamana, mekâna ve olaylara içkindir. Onlarla etkileşim halindeyizdir. Mutsuz kentlerin mutlu insanları olmak ancak ayrıcalıklı olanlara has bir duygudur. Kederli çağın neşeli insanı olmak için çağına yabancı olmak gerekir. 2019 da önceki yıllardan aldığı yükü taşıdı bu anlamda. 2019’da en çok kadınları ve seçimleri konuştuk. Yeni umut arayışımızı, kişilerden, partilerden bağımsız bir duygudaşlık halini hissettik. Kadınların canlarına kast eden zamana lanet okuduk. Çünkü bizler çağının, yurdunun ve kentinin bir parçası olan varlıklarız. Bunların içi sıra biriken haksızlıklara kör değiliz. Bunların içinde gelişen iyiliğe karşı kayıtsız olamayız. Biz zamana kayıtlı ve bu yüzden kederli aynı zamanda zamanı aşmak isteyen bir gerilimle umutluyuz… Bizim umudumuz gergindir. Gerilimlidir isteklerimiz. Sadece bizi kapsamaz zira, tek başımıza yediğimiz ekmeğin derdine düşmedik, tek başına huzurlu uykuya tamah etmiyoruz biz. İyiliğin, umudun ve yeni bir yaşamın ortaklığını hissediyoruz. Talebimiz kalabalıktır, çözümü yeni yollar, yolculuklardır.
Yolculuk üzereyiz… Hemen kıyısındayız başka bir dönemin. Hemen berisindeyiz iyi olanların, arafındayız geçmişle geleceğin. Bizim çelişkimiz budur en çok, geçmişin hafıza ile geleceğin belleksizliği arasında dururuz. Yük budur, hüner budur, zarafet bundan ötürüdür.
Bunca kanın, revanın, kahrın arasında… Bunca gaddarlaşan insanın, savrulan dostların, incitilen hissin arasında yeni bir çağ birikiyor. Duyuyorum. Kabuk kırılıyor. Buz kıranların bıraktığı çatlaklar buzu açıyor… Buzkıran battı belki, belki hasar aldı ama açtığı yol artık genişliyor. Düğüm çözülüyor belli, kafes yamulmuş, zincir paslı artık, katran bile aktı gitti. Bunca olan biten bizi de yordu ancak kötücüllüğün kudretini de aldı ondan. Sökmüyor artık zorbalık, şuracıktayız, yönümüz yok, yalvacımız yok, mihmandarlarımız öldü, ekmeğimiz az, suyumuz dondu ama şuracıktayız biliyoruz.
İki bin yirmi böyle bir yıl olacak… Bu gerilimli umudun şiddetli yansımaları olacak. Göreceğiz hep birlikte. Buna hazır olmak için bir şeyler yapmamız lazım, bir hazırlık defteri lazım bize.
El yazısıyla yazılmış, kendimiz için ve hayat için bir hazırlık defteri. Okuyacaklar, yapılacaklar, görülecekler gibi notları alacağımız bir defter. Bunun yanında zihni yanılmalardan, kandırmalardan uzak tutacak bir hafıza ve bağlam bilgisi de eklemek gerek deftere… Otobüslerde, dolmuşlarda, uzun yürümelerde, hafif ılık evlerde, soğuk caddelerde bunu okuyan sen…
Şimdi başlamak lazım, dünde kalan her şeyden öğrenerek… Dünde kalanı dünde bırakıp, öğrendiğinle gelecek inşa etmek için defterine tut. Bu coğrafyada onurumuzla yaşayacaksak bu deftere gerek var. Kimlerdi senin ekmeğini, işini, gelecek düşünü örseleyen aklında tut. Kimlerdi kimliğini, dünyaya geldiğin seçmediğin aidiyetini hakir göre aklında tut. Kimlerdi ülkeni bir kıyıma mahkûm eden, toprağını doğanı, havanı mahveden kimlerdi aklında sıkıca tut. Tut aklında buz kıranları, buzu kırmak için kendini kıranları…
Defteri tutmaya başla, derin bir nefes al, herkesin bizi kandırmak için sıraya gireceği bir çağ başlıyor. Kanma, kanama, kanatma…
Hepinize iyi yıllar diliyorum, ben o gece çalışıyor olacağım, bir yerlerde karşılaşırız dimi seninle kardeşim, “felaket arkadaşlarım”…