İnsan tarihli bir varlıktır. Tarih kurar, özneldir bazen, bazen bir gurubun ya da topluluğunkidir. Tarihle düşünür, anımsar, kayda geçer. Resmi olsun olmasın tarihle anlaşılır zamanın geniş parantezi.
Şimdiki zamana bakıldığın, günün tarih yazımının tüm veçhelerinde, kitaplarda, sosyal ağlarda, bloglarda, podcastlerde, söyleşilerde, video kayıtlarında… Bu günlerin izleri düşecek yarına.
Okuyanlar, vahşetin içinde çırpınan insanları görecek. Biri tutuklanmış, öbürü serbest kalmış, biri buralardan gitmiş, birileri ölmüş, öldürülmüş… Her gün kocaman bir gaddarlık örgütlenmesi karşısında şiir tutmuşlar, şarkı söylemişler, âşık olmuşlar, ağıt yakmış, ilenç okumuş, kan ve kin emmişler dudaklarından, diyecekler.
Kenar notları alacaklar, cesaretten söz edecekler, umulmadık ihanetten, korkunun ve dağınıklığın bıraktığı bitkinlikten bahseden dip notlar açacaklar. Savaş vardı, diyecekler. Yıkım vardı, sonsuz bir yoksulluk ve ölçülmez bir lüks vardı, diyecekler. Halk ekmeksiz, geleceksiz, korkutulmuş ve örselenmişti, bunu görecekler.
Sokakta yalın ayak dolaşan çocukların, sanayi sitelerinde kanı çekilen emeğin, yenen yamuk yumuk yemeklerin, içilen klorlu, kirli suların arasından bakacaklar, nasıl da bir delilik bu diyecekler. Bu nasıl devam etmiş, bu devran nasıl dönmüş diyecekler. Bu korkunç vaktin kayıtlarını alıp duracaklar.
Sadece bizde değil, dünya denen şu yuvarlak taşın üstünde, her zerresinden can fışkıran doğanın sinesinde nasıl böyle çirkin bir yaşamsızlık peyda olmuş, bunu anlamak isteyecekler. Ölüm demiyorum, ölümden daha kötüsü, onursuz, çirkin bir hayatta kalma halini reva gördükleri için, ölümden daha kötüsüdür bu, diyorum. Yaşadığını bile fark etmeden geçen günler, haftalar, aylar… Aniden fark edilen dirim ve kaygı. Aniden içine düşülen karanlık duygu. Tek başına sanılan oysa en kalabalık hayatta kalma hali olan ağır depresyon.
Akşamdan sabaha adliye kapılarında, cezaevi karşılamalarında, sonrasında gidilen çorbacılarda, sorular haller, hatırlarda hep aynı büyük his, yaşamak hissi. Ben yaşıyorum hissi. Bu zamanı yazarlarken anlamadıkları şey bu olacak, diretmenin, direnmenin, olmaz bu doğru değil demenin, hayır demenin, ortak olmayacağım demenin verdiği haşmetli bir yaşama hissi… Oysa ayakkabılar hırpani, üst baş dağınık, evler bakımsız, banka hesapları boş, tapu senetleri zaten yoktur. Bu nasıl bir varlık hissidir ki, ona tüm gücüyle tehditler savuran kör kötülüğü, onun ucuz iktidarlarını, onun kapı kullarını tesirsiz kılar…
Burada imdada derinlik yetişecektir. Derinleştik. Ölülerimize mezar kaza kaza, dirilerimize ekmek yedire yedire, zindanların duvarlarına baka baka derinleştik. El kadarken öldürülen çocukların neşe sesi, süt kokusu, sıcacık ellerini düşüne düşüne delirdik, derinleştik. Sümüklerini çeke çeke öldürülmüş kardeşlerine ağlayan okul çocuklarının hisleriyle, evlanın hırpalanmış tenine sıcak havlu basan kadınların dudaklarındaki dua ile derinleştik. Kimse hesap edemez bunu, kimse bunu anlayamaz, biz bir eşiği aştık. Ölümden, dirimden, hevesten ve iyimserlikten öteye düştük.
“Bir gece sevgi duvarını aştık” demişti Can Baba, biz bin gecenin sarhoşluyla can duvarını aştık. Canımız derinlikle izaha geldi. İzahlar canımızla anlam buldu. Demirler böylece tüfekleşti, dövüle dövüle dökülen dişlerden kurşunlar yığdık, yolunmuş saçlarımızdan diktik en güzel elbiseleri, açtık, tırnak yedik, açtık taşları yedik, yaprakları yedik, etimizi dişledik. Bütün bunlar oldu. Bunlar olurken bazıları hiç bilmedi, onları uyarmayın, kaldıramaz kalpleri tüm bunları.
Bir derinlik aldık bu zamandan ve derinlikli olmak hayatta kimsenin kimseye vermediği bir şeyi sağlar, yaşadığını hissetme, varlığını duyumsama... Sahiden var olma hakkını verir.
“Vardık, varız, varolacağız”.