Bir gün rutininizi düşünün. Ne kadar hareket ediyorsunuz? Evden işe araba ile giden ve gün boyunca masa başında çalışan sonra araba ile eve dönen, yemeğini yedikten sonra TV karşısına geçen kişilerden biri iseniz bu hayat size iyi şeyler vadetmiyor. Bu yaşam biçimi gelecekteki birçok sağlık sorununun habercisi. Yapılan araştırmalar haftada en az 2-2,5 saat hareketli vakit geçirmenizi tavsiye ediyor. Zira bu hareketli anlarınız kalp hastalıkları riskini üçte bir, şeker hastalığı riskini dörtte bir, meme ve kalın bağırsak kanseri riskini de beşte bir civarında azaltıyor. (1)
Söze hareket etmekten ve gün içerisinde hareketsiz yaşamın getirdiği riskleri hatırlatarak başlamak istedim çünkü bu hafta AVRUPA HAREKETLİLİK HAFTASI.
AVRUPA HAREKETLİLİK HAFTASI her yıl 16-22 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilmekte. Bu hafta, insanları sürdürülebilir ulaşıma teşvik etmek ve kişileri otomobil kullanımı yerine alternatifler bulmaya davet etmek için Avrupa çapında düzenlenmekte. Bu haftada katılımcı kasaba ve şehirlerin bir veya birkaç alanı bir gün boyunca sadece yayalar, bisikletliler ve toplu taşıma için ayırdıkları ‘‘Otomobilsiz Kent Günü’’ ile sona ermektedir. Her yıl ayrı tema ile düzenlenen bu haftanın bu seneki teması ise “Birlikte Yürüyelim (Walk with Us)” olarak belirlendi. Bu seneki tema yürümeyi ve bisiklete binmeyi kapsıyor.
İster otomobil sahibi olun veya olmayın temelde hepimiz yayayız. Yürümek, insanın (doğumundan itibaren düşünüldüğünde) şu dünyaya geldiğinde kazandığı en önemli iki edinimden birisidir. Yürürsünüz ve konuşursunuz. Keşfetmek ve dünyayı anlamlandırmak bunlarla mümkün. Yürümek ve konuşmak aslında insanın en temel iki özgürlük alanı bu anlamda.
Konuştuğunuz için özgürlüğünüzün kısıtlanması yani hapse girmeniz her zaman mümkün bu ülkede. Hapiste verilen en önemli hakkın “volta atmak” yani aslında yürümek olduğunu düşünürseniz ve aslında hapiste olmanın dilediğiniz yerden dilediğiniz bir başka yere gidebilme özgürlüğünün kısıtlanması olarak düşünürseniz yürümenin aslında nasıl önemli bir hak olduğu sanırım anlayabilirsiniz.
Frederic Gross “yürümek” ile ilgili en güzel kitaplardan birisi olan “Yürümenin Felsefesi” kitabının yazarıdır. Kitabının ilk bölümünde şöyle der, “Bir kez ayakları üstüne dikildi mi, olduğu yerde kalamaz insan.” Kitapta Nietzsche’nin düşünmek için yürüdüğünü, yürümek için düşündüğünden bahseder Gross ve Kant’a da yürümeye atfettiği değer için eleştirel bir göndermede bulunur. Zira Kant’a göre yürümek işe ara vermek ya da oturarak çalışmaktan iki büklüm olmuş vücuda verilen asgari bir temizliktir. Oysa Nietzsche çalışmak için yürümek zorundadır.
Günümüzde ise yaşadığımız şehirlerde daha az yürüyoruz. Aynı zamanda şehirlerimiz de yürünebilirlik konusunda batıdaki benzerleri ile karşılaştırıldıklarında sınıfta kalmış durumdalar. Hayatımıza ne kadar hareket katar ve hareketli ulaşım seçeneklerini (yürümek ve bisiklete binmek) ne kadar çok tercih edersek bizleri o kadar kaliteli yaşam bekliyor.
Örneğin kısa mesafelerde toplu ulaşımı tercih etmek yerine İzmir’in paylaşımlı bisiklet sistemi olan BİSİM’i tercih edebilir ya da aynı mesafeyi yürüyerek katedebiliriz. Yürümeyi ya da bisikleti hayatınıza kattığınızda zamanı daha iyi yönettiğinizi göreceksiniz.
Daha sağlıklı beden ve zihin için birlikte yürüyelim ve bisiklete binelim.
(1) T.C. Sağlık Bakanlığı Türkiye Fiziksel Aktivite Rehberi, 2014