Ne de severiz hep başka şeyleri suçlamayı. Her daim ama-lar ancak-lar kullanmayı. Her karşılaştığımız sorunda ya da yerine getirmediğimiz her sorumlulukta kendimiz dışında dış etkenleri suçlayıp bahaneler bulmayı severiz biz, biz insanoğlu…
Kendi özel hayatlarımızda bunu yaptığımız yetmezmiş gibi yaşadığımız Dünya ile kavga edip onu suçlayabiliyoruz.
İklim, siyaset, eğitim, gelişmişlik daha doğrusu gelişememişlik gibi tüm somut sorunlarımızda bir cümledir dilimize doladık…
‘Coğrafya kaderdir!’
Hayır, coğrafya bir toprak parçasıdır.
Ne ekersen onu biçtiğin bir toprak parçası.
Tıpkı diktiğimiz ağacın orman olması gibi ya da yaktığın ormana betonlar, santraller dikip bunların etkisiyle iklim krizi yaşamamız gibi. Fabrika atıklarıyla kirlettiğimiz nehirler denizler gibi.
Siyaseten kimi nasıl seçtiğimizi, seçtiğimize nasıl davranmamız gerektiğini, seçtiğimizin nasıl davranması gerektiğini öğrenmeliyiz. Demokrasiyi öğrenip daha gelişmiş bir siyasi yapıya sahip olmak dururken hala takım tutar gibi siyasi parti tutuyoruz.
Seçilen her kimse tüm gücü ona verip el pençe durarak yarattığımız güçle baş edemeyip ezilmek gibi.
Eğitime büyük bütçeler ayırıp gelişmiş nesiller yaratmak elimizdeyken, diyanete ve silahlanmaya bütçeler ayırmak gibi. Peşi sıra diğer birçok sorunu çözemeyen hatta çığ gibi büyüten insanları çoğaltmak gibi.
Mesela, kadın cinayetlerinde coğrafya kader değildir. Biz bu coğrafyayı o cinayetlere gebe kılan insanlarız. Şiddet gören, önce alınıp sonra sokağa bırakılan hayvanlar için coğrafya kader değil biz bu coğrafyada yaşayan hayvanların kötü kaderiyiz.
Çocuk gelinler, töre cinayetleri, yoksulluk, yolsuzluk, adaletsizlikte coğrafya kader değil biz bu güzelim coğrafyaya bu acıları yaşatan kaderiz.
Girdiği denize çöplerini bırakan biz insanlar bu coğrafyanın kötü kaderiyiz.
Betondan villalar dikecek diye ya da maden çıkartacak işletmelere o toprakları satacak diye hektarlarca ormanı yaktıran bizler bu eşsiz coğrafyanın kötü kaderiyiz.
Coğrafya kader değildir
Biz bu coğrafyanın kötü kaderiyiz…