Bu havada bisiklete binilir mi hiç, delirdin mi sen? Delirdim, üstelik çok da sıkı giyindim. Zaten birkaç gün önce hastane bahçesinde donarak ölen o adamın haberini duyduğumdan beri hiç ısınmadı ki içim.
İnsan nereye gittiğini bilmeyince her yere gidebilecek kadar hızlı ve korkusuz oluyor. Öyleydim. Pedalladıkça ardımdan koşturan köpeklere kolaylık olsun diye yavaşladım. Yani bir tek o yüzden. Korkumdan değil hani. Bornova’ nın yollarını, o yolların tozunu bulaştırdım iki tekere. Dünya bu kadar sandım.
O sokaktan geçerken yine aynı şeyi düşündüm. Şarkının sesini açtım. Erkan Oğur, Baki Duyarlar ve Erdal Akyol’dan “Tesadüf” çalıyordu. Birine derdimi anlatır gibi söylenmeye başladım:
“Bu bir oyun, yaşamak gibi. Gibisi fazla, kimisi az. Kuşlar, ilk beyazlar ve ömür. Geçtin de gitmedin ama, buradasın. Bak işte şuracıkta. Masada, bardakta, o beyazdasın. Kuşun kanadında beyaz, saçlarda beyaz, bardakta beyaz. Bu bir oyun, yaşamak gibi. Gibisi fazla, kimisi yenik.
…
Tesadüf bu, bilemezsin. Bir sokağın denize çıkması gibi bir şey. Üstelik sen bir gemi değilsin, yelkenin yok. Burada öylece kalmalı her şey:
Bütün tesadüfleri güzelleyemezsin.”
**
Yine o yoldaydım, iki yanım ağaçlı; bir büyük ferahlık, bir büyük düş.
Kuş sesleri!
Bu yaşıma geldim hangi kuşun nasıl öttüğünü bir türlü öğrenemedim. Öğrenilir miydi ki bu? Bilemedim.
“İnsanı tanırsın, oysa sen bunu öyle sanırsın. Yanılırsın. Kuş sesleri de böyle bir şey herhalde.” Dedim kendi kendime.
…
Köşeyi döndüm. Tak tak taak- tak. Sabahleyin kırılan ve çok da umursamadığım arka çamurluktan geliyordu ses. Durdum, sağa sola çekiştirdim çamurluğu. Baktım olmuyor, düştüm bisikletçinin yoluna.
Bornova’da “Eski Çarşı” diye bilinen Büyük Çarşı’da dolanırken bir bisikletçi buldum. Dükkânın ismine bile bakmadan bir rüzgârla girdim içeriye.
Kuş sesleriii! Her yerde kuş sesleri!
“Geç mi kaldım ki ben?” dedim.
“Yol boyu sesini duyduğum kuşlar benden önce gelmiş bile buraya!”
…
Ufacık dükkânda bir dolu kuş sesi. Bisikletçi, bisikleti ters çevirip arka çamurluğu tamir ederken ben etrafı izlemeye başladım. Bir bisikletçide olabilecek tüm aletler vardı fakat tavanda asılı duran altı tane kafes biraz şaşırtmıştı beni.
“Muhabbet mi, abi?” dedim.
“Yok, kanarya bunlar.”
Kanarya seslerini tanımıştım işte, iyi bir başlangıç olabilirdi bu.
Tamir işi bittikten sonra birer çay içtik. Çayımı bitirince elimdeki bardağı bırakmak için masaya yöneldim. Masada, muhtemelen bizim bisikletçinin kara ellerini üzerine sildiği bir gazete duruyordu. Kocaman yazmışlar manşetini, okuyuverdim bir çırpıda:
“Yine Bombalı Saldırı”
…
Dükkândaki bütün kuşlar sustu birden.