“Talih kuşu havalandııııı!”

“Büyük ikramiye sizin olsuuun!”

“Bana çıkmaz demey…”

Kent meydanında, plastik bardaklara yem doldurup insanlara satan yaşlı kadının “Güvercinlere yeeem!” sesini bastırıyordu biletçilerin bağırışları.  Üç kişiydiler. Küçük iskemlelerine oturmuş, sırayla bağırıyorlardı. Hepsi de büyük ikramiyenin kendi sattığı biletlerde saklı olduğunu iddia ediyor, “Geçen yıl da bizden çıktı, almayan pişmaaaan!”  diyerek gelene geçene bilet satmaya çalışıyordu. Önceleri sesler uzaktan geldi, yaklaştıkça birininki daha da gürleşti.

Soğuktan buz tutmuş ellerini paltosunun cebine attı. Günler öncesinden kapıya bırakılmış, okuduktan sonra buruşturarak cebine koyduğu faturalar değdi eline. “Talih kuşuymuş, o anca kafamıza sıçar bizim! Yoksulun kuşu, yüreği. Onu da faturalardaki şu kalabalık sayılar uçuruyor zaten…” diye geçirdi içinden.

 Saat beşte, tam bulunduğu noktada buluşmak için sözleşmişlerdi. Ya gelmezse, diye endişelendi. Söz vermişti ya canım, kesin gelirdi. Sıkılmıştı. Bir ara ayağa kalktı, bir yere gidemedi. Bankın diğer ucuna oturdu. Saate baktı. Biri çeyrek geçiyordu.

Biletçi bağırdı:

“Çeyreeeek!”

Geldiğinden beri feryat edercesine bağıran biletçiler sinirlerini bozmaya başlamıştı. Özellikle hemen yanındaki biletçinin sesine tahammül edemez olmuştu artık. Sakinliğini korumaya çalıştı. Birazdan o gelecek ve her şey yoluna girecekti. Onu beklemeye devam etti. Az kalmıştı gelmesine. Yeniden saate baktı.

Saatin pili biteli çok olmuştu, aylardır hep 1 çeyreği gösteriyordu. Önceleri yaptırmayı kafasına koymuştu ama zamanla bu duruma alıştığı için böyle yaşamaya devam etti. Bozuk da olsa çıkarmıyordu saatini kolundan. Bazen yolda kendisine saati soranlar oluyordu. Hiç bozuntuya vermeden koluna bakıp “Benim için hep 1 çeyrek.” diyor ve yoluna devam ediyordu.

Biletçi inadına yapar gibi daha yüksek sesle bağırmaya başladı:

“Sizin için bu çeyreekleer! Al bir çeyreek!”

Kalkıp gitmeyi düşündü. Ama buluşma yeri burasıydı ve o gelmeden gidemezdi. Bekledi. Ellerinde tıka basa dolu poşetlerle geçen insanları izledi uzun süre. Bir ara köpeğini gezdiren orta yaşlı bir adam yanına yaklaştı. Havanın bir kış günü için pek de fena sayılmayacağını söyleyerek bankın diğer ucuna oturuverdi. Canı biriyle sohbet etmek istiyordu belli ki. Sorulmadığı halde köpeğinin tüylerini nasıl ve hangi sıklıkla taradığına dek uzuun uzuuun konuştu. Sonra, bütün hayvanları çok sevdiğinden bahsederken kendi köpeğiyle oyun oynamak için yaklaşan sokak köpeğini görünce “Çekil şuradan be pire torbası …!” diyerek köpeği ayağıyla itti. Mahcup bir şekilde uzaklaştı çelimsiz sokak köpeği. Adam yapmacık bir gülüşle kaldığı yerden devam etti. Sonra da iki günde bir özenle tüylerini taradığı köpeğinin tasmasından çekiştire çekiştire oradan ayrıldı.

Saat çok geç olmalıydı. Öyle ki güneş çoktan batmış, kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı.

Korktuğu başına gelmişti işte. Çok güvendiği arkadaşı, ona borç vermek için sözleştiği saatte gelmemişti. Hem de saatlerce beklemişti onu. Ne yapacağını bilemedi. Terleyen ellerini dizlerine sildi, kafasını bir sağa bir sola çevirip etrafa bakınırken dudağının kenarını ısırdığını fark etmemişti bile. “N’olcak şimdi?” diye düşündü.

Biletçi günün yorgunluğuyla bağırdı, sesi kısılmıştı iyice:

“Talih kuşu başınıza konacaaak!”

Kaşlarını çattı, gözlerini biletçiye dikti. “Kendi halime mi yanayım seni saatlerdir boş yere dinlediğime mi be adam!” dedi.

Cebinden telefonunu çıkardı. Arkadaşının numarasını buldu, aradı. Çalıyordu. Çalıyordu ama açan yoktu. Bir daha aradı. Her arayışında arkadaşının sesini duyunca ona ne söyleyeceğini düşündü. Cümleleri toparlamaya çalıştı. Telefonu kimse açmıyordu. Sinyal sesinden sonra mesaj bırakması gerektiğini söyleyen kadınınkinden başka ses yoktu telefonda. Sinyal sesini duydu, başladı konuşmaya:

 “Ben de sana güvendim be. Dost dedim.. Peh! Esaslı dostmuşsun, gördük! Hâlbuki işe girinceye dek idare ederdi beni o para. İşe girer girmez de geri verirdim hemen aldığım kadarını. Ama getirmedin. Ne diyeyim… Canın sağ olsun.”

 Tükenmiş gibiydi.

Ayağa kalktı. Önce yavaş adımlarla yürümeye başladı. Ardından hızlandı. Ara sokaklardan birinde küçük bir dükkânın kapısına yamuk asılmış olan şu tabelaya ilişti gözü:

“Saat Alınır- Satılır”

Tam yoluna devam edecekken dükkânın sahibi olduğu anlaşılan adamla göz göze geldi. İçeriye giriverdi bir anda. Kolundaki saati gösterdi adama.

“Ancak 15 lira eder bu, işine gelirse…” dedi gözlüklü adam. Son sözü buydu.

Dükkândan çıkarken önce elindeki 15 liraya, sonra koluna baktı. Birkaç dakika öncesine dek saatinin olduğu kolu şimdi bomboştu. Koşmaya başladı. Nefes nefese kalmıştı. Biletçinin yanına ilişip bir çeyrek bilet seçti. Elindeki 15 lirayı uzattı biletçiye.

Arkasını döndü. Aldığı çeyrek bileti koluna yapıştırdı. Yürümeye başladı. Eve dönerken biri yanına yaklaşıp saati sordu. Hiç bozuntuya vermeden koluna yapıştırdığı çeyrek bilete baktı ve cevap verdi:

“Benim için 1 çeyrek. Belki sizin için de öyledir.”