Yeni bir yıla sığmaya çalışıyoruz şu günlerde. Sayılar neyi değiştiriyor, hiç bilmiyorum, biz değişmedikçe? Her yılın bir öncekinden daha huzurlu, daha mutlu geçmesini dilerken, şimdilerde “Vakitsiz ölmesek bari, bu da yeter bize…” diyerek canımızın derdine düşüyoruz. Yalan değil hani bu isteğimiz. Her gün nerede patlayacağını bilmediğimiz bombalarla “tesadüfen yaşadığımız gerçeği” kadar sahici. Yalan değil.
Hakikaten yeni bir ifade kazandı dilimiz, farkında mısınız?
“tesadüfen yaşamak”
Rastgele yani, bilir bilmez, öylesine…
*
Sahi yeni yıl. Yeni olan her şeyin temiz olmadığını kafamıza vura vura öğreten bir yıl. Çokça kirli, daha ilk günlerinden. Korkunç. Yine endişeli, üzücü, beter. “Yine mi, yeter!” dedirtecek kadar yine.
Nefret ve kin dolu bu zamanları içimize sindiremediğimiz, İstanbul’daki saldırılardan sonra sosyal medyada yer alan “İzmir’de niye bomba patlamıyor?” gibi akıl almaz sorularla kanımızın donduğu zamanlar. Sonrası can havli... Kimisi de böyle işte, yaşama düşman. Ölüm çığırtkanı.
Tek bir dileğim olsaydı şayet, yaşamın güzelliğine inananların elinden tutup, ölüme alkış tutan bu insanları geride bırakarak bu dünyadan gitmek olurdu. Kalbi ve aklı kötürümleşen bir insandan daha korkunç ve tehlikeli başka ne olabilir ki şu dünyada?
Bazen bu olan bitene denk düşmemeliydik biz, diyorum. Yani başka bir dünyada, başka bir zamanda yaşamaya özlem duyuyorum. Çünkü acıyı hissediyorum. Belki mesele de budur ya. İnsana/ cana/ yaşama, plastik çiçekler kadar değer verilmediği; acının, vurulan bir kuşun havada savrulan tüyü kadar hafif kaldığı şu dar zamanlarda ben, hissediyorum.
**
Yine de tutunacak bir şeyler bulmaya sebebimiz yok değil kimi zaman. Yaratıyoruz, yaratmalıyız. Yoksa bu yaşamak bizi öldürecek.
Geçen gün bir mektup geldi bana. Arkadaşımın kendi memleketinden çok zaman önce topladığı küçük bir demet çiçek çıktı zarfın içinden. Sapsarı. Hâlâ capcanlı. “Civanperçemi” derlermiş oralarda. Sonra başka bir arkadaşımdan öğrendim ki, Yaşar Kemal’in bir kitabına ismini verdiği “Ölmezotu”, bizim civanperçemleriymiş aslında!
Gelelim asıl meseleye; bu civanperçemlerini (ölmezotu) topladığı yerde gelincikler de varmış. Kıpkırmızı, kan tarlası gibi gelincikler. Ama rüzgâra karşı dayanıksız, hani hemen kırılıveren gelincikler… Mektubun devamında şöyle demiş arkadaşım:
“Yılgınlığa kapıldığında umudu hatırlatsın diye civanperçemi gönderiyorum sana.
Gelincik değil, civanperçemi olmak gerek!”
Sahiden de umutsuzluğa kapıldığımda bu çiçeklere bakıyorum ve şuncacık cümle güçlü kılıyor beni. Bir insana umut dolu bir cümleden daha güzel ne verilebilir ki? Hiçbir şey.
Yazın siz de aklınızın bir köşesine:
“Gelincik değil, civanperçemi olmak gerek!”