Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) verilerine göre; Türkiye ekonomisi ikinci çeyrekte yıllık bazda yüzde 7.6 oranında büyüdü.
Ancak, bir yandan ekonomi büyürken diğer yandan da fakirleşiyoruz. Bu nasıl oluyor?
O zaman büyümede bir problem var demektir.
Nitekim, sermaye milli gelirden aldığı payı iki yılda yüzde 49.2’den yüzde 54’e yükseltirken emeğin payı, yüzde 11.4 azalarak yüzde 36.6’dan yüzde 25’e geriledi.
Bu arada; büyümenin lokomotifi yüzde 500 kâr açıklayan bankaların da etkisiyle finans sektörü oldu.
Öte yandan; tarım ve inşaat sektörleri iki çeyrek üst üste küçüldü.
Tarım 2.9, inşaat sektörü de yüzde 10.9 küçüldü.
Bu arada; TUİK’in verilerine göre, son dört çeyrekte ekonomik büyüklük (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) 827.7 milyar dolar olurken fert başına düşen milli gelir de, 9 bin 774 dolar olarak gerçekleşti.
Ne var ki; ekonomik büyüme üretimden değil, tüketimden kaynaklandı.
Bunun anlamı; büyümenin “kaliteli” olmamasıdır.
Dolayısıyla; milli gelir paylaşımı da adil değildir.
Daha açık anlatımla; enflasyonu, dolarizasyonu, cari açığı arttırarak döviz rezervlerini eriterek ve halkı fakirleştirerek yüzde 7.6 büyüdük.
Bunun anlamı; büyümenin “kalitesiz” olmasıdır.
Diyebiliriz ki; büyümede kazanan sermaye, kaybeden de emek oldu, emeğin milli gelirden aldığı pay da azaldı.
Bunun tanımı da; ulusal gelir paylaşımı adaletsizliğidir.
Yüksek enflasyon ve gelir adaletsizliğiyle fakirleşen halka karşılık işletmeler (sermaye), yüzde 7.6 olan ikinci çeyrek büyümesinin getirdiği refahtan “aslan payı”nı aldı.
Bu bağlamda; veriler, fakirden zengine “servet transferi” olduğunu gösteriyor.
Böylesine haksız ve adaletsiz bir tabloyla toplumsal huzuru ve sosyal barışı sürdürülebilir kılmak da mümkün değildir.
FAKİRDEN ZENGİNE “SERVET TRANSFERİ”.
Global Refah Endeksi; siyasilerin topluma verdiği “REFAH” sözünün hangi seviyede gerçekleştiğini, bağımsız bir şekilde ortaya koyuyor.
Türkiye son 10 yılda, “refah kaybı”nda 27 sıralık bir düşüş yaşadı.
Bu arada; Dünya Refah Ligi’nde 2011’den bugüne, en büyük kayba uğrayan 2 ülkeden biri Venezuella olurken, diğeri de Türkiye oldu.
Londra merkezli düşünce kuruluşu LEGATUM ENSTİTÜSÜ’nün her yıl yayınladığı Global Refah Endeksi’nde; Türkiye; 2011 yılında 66’ncı sıradayken 2021 sıralamasında 93’ncülüğe geriledi.
Global Refah Endeksi; ekonomi, eğitim, sağlık ve özgürlük gibi 12 temel alanda 300 gösterge incelenerek hazırlanmaktadır.
Türkiye; son 10 yılda biraz daha gerileyerek listenin “düşük refah sıralı” ülkeleri belirten “sarı kuşak “ bölgesinde yerini aldı.
Türkiye; ekonominin kalitesinde 62’nci sırada yer bulurken eğitimde 78’nci, sağlıkta 58’nci sırada yer aldı.
Öte yandan; Türkiye’nin ekonomide en yüksek olduğu parametre ise; 54’üncülükle altyapı olurken, özgürlükte 167 ülke içinde 154’üncü olduk.
Ayrıca; Global Refah Endeksinde, seviye sadece gelirle değil, çok sayıda parametre ölçülerek hazırlanıyor. Bu parametreler içinde en önemlisi de “Kişisel Özgürlüklerin” parametresidir.
Öte yandan; Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun araştırmalarına göre; ağustos 2022’de, ekonomide “açlık sınırı” 7 bin 282 lira. Böylece; “açlık sınırı” asgari ücretin 1.782 lira üzerinde.
Araştırmaya göre; “yoksulluk sınırı” ise 21 bin 784 liraya çıktı. 4 kişilik bir ailenin aylık tüm masraflarını kapsayan “yoksulluk sınırı” bir yılda 9 bin 351 lira arttı.
Sonuç olarak: Büyümede kazanan sermaye, kaybeden de emek oldu.
Büyümenin getirdiği refahtan “aslan payı” sermayenin.
Veriler; fakirden zengine “servet transferi” olduğunu gösteriyor.