Doların şaha kalktığı ilk günlerdi. Birikmiş herhangi bir param ya da yatırımım olmadığı için her fakir gibi 'ulen yoksa açlıkla mı terbiye edileceğim' korkusu bir anda minnoş bedenimi sardı.
Sonra aklıma yazdan itibaren tıka basa doldurduğu derin dondurucum geldi ve oh dedim, en azından kışı idare edeceğim.
Zaten pek çıkmadığım evime iyice kapanıp olacakları beklemeye başladım.
Başlayacaktım.
Ki, 'geldi mi üst üste gelir' kanununu işlemeye başladı.
Çeşme'nin bitmek bilmez voltajı gitti geldi sorunu beni bir kez daha vurdu.
Tam 11 yıl oldu buraya temelli taşınalı.
11 yıl içinde bu voltaj sorunu yüzünden üç kez çamaşır makinesi, iki kez bulaşık makinesi, iki kez elektrikli şofben, üç kez televizyon, iki kez de buzdolabı değiştirdim.
Çünkü benim beyaz eşyalarım bozulduğunda asla tamir edilemedi.
Hepsinin beyni yandı.
Ana kartı eridi.
Motoru patladı.
Yan yattı çamura battı.
Ve tamir edilmesi yenisiyle neredeyse aynı fiyata geleceği için yenisini almak daha mantıklıydı!
Yani bana öyle gelmiyordu da işte servis elemanlılarının söylediği hep aynıydı.
***
Alırken aman en iyisi olsun yıllarca köşesinde paşalar gibi dursun deyip hayvan gibi para verdiğim buzdolabımda geçen yıl bir anda hurdaya çıkınca el mecbur yerine yenisi almak zorunda kalmıştım.
İşte o yenisi de daha bir yıl dolmadan yine bozuldu!
Daha doğrusu bozulmuş.
Bir iki gün rahatsızdım, odamdan pek çıkamadım dolayısıyla da buzdolabının kapağını hiç açmadım.
İşte bu bozulma da tam o iki üç günlük döneme denk geldi.
Çünkü bahtsızlık, çünkü çölde birtakım tatsızlıklar yaşayan yolcu olmak...
İyileşip de buzdolabının kapağını açtığımda bana "eyvah" diye çığlık attıran bir kokuyla karşılaştım.
Alt taraf hadi neyse de üstteki tüm kişisel servetim eriyip gitmişti.
Hani 18'den dolar alıp bir gecede 13'e düştüğünü görsem bu kadar üzülmezdim!
Tam birer yemeklik hazırladığım kıymalarım, tavuk etlerim, içli köftelerim, mantılarım, yaz domatlarım, bezelyeler, bamyalar, haşlanmış nohutlar, fasulyeler...
Yabana gitmesinler diye o nekahat halimle sabahlara kadar yemek pişirdim.
Ev günlerce Köfteci Yusuf gibi koktu.
Tepsi tepsi uydurduğum abuk sabuk kebaplar, köfteler, haşlanan tavuklar...
Yav siz ne diyorsunuz bir hafta boyunca sabah kahvaltısında içli köfte yedim ben içli!
Çok sevdiğim ve yerken mutluluk gözyaşları döktüğüm bu nadide Anadolu lezzetinin artık adını her duyduğumda bu kez acıdan gözlerim yaşarıyor.
Öğlen tepsi köfte.
Akşam İzmir köfte. Yakı oldum yakı! (Eskiler bilir)
Evin dört ayaklı üyeleri ise o bir haftayı coşku içinde geçirdiler.
Kendilerini bitmek bilmez bir et festivalinin içinde zannettiler.
En miskin Memed Efendi'nin (10 kiloluk ayı yavrusu kedim) bile bir hafta boyunca ayakları yerden kesildi.
Evdeki ilahi koku yerdeki kirpileri, gökteki saksağanları bile hac bölgesi gibi bahçeye çekti.
***
Neyse işte ayda taş çatlasın iki kez kırmızı et yiyen ben, artık kasabın önünden bile geçemiyorum.
Ne zamandır arzuladığım vejataryenlik yolunda sağlam bir adım attım gibi, dur bakalım.
Şimdi buzdolabımda sadece buz aküleri var.
Bir daha asla istifçilik yok.
Mağaralarda yaşayan dedelerimizin genlerinden gelen kıtlık korkusu kodu artık benden silindi.
Eski iştahımdan eser yok. Kilo verdim, evde tencere kaynamıyor, yemek pişirmekten soğudum.
Buzdolabım artık beynim kadar boş. Ama iyi oldu yani böyle bir ferahlık, bir hafiflik geldi.
Bu boşluğun alım gücümün eksiye düşmesi ile falan hiç alakası yok. Saçmalamayın.
Sevdiğim peyniri bile artık alamamakla... veya ne bileyim arada tek lüksüm iki kadeh parlatamamakla falan...
Hiç alakası yok.
Tek sebep gidip gelen voltaj.
O bir yükselip bir düşen voltaj.
O dolaplarımızı bomboş bırakan voltaj.
Daha ne kadar yükselecek veya ne zaman düşüp, iblisten olma zebaniden doğma elektrik padişahını daha da zengin edecek diye bizi lobotomi yapılmışa çeviren o Allah'ın belası voltaj!
Asfalyalarımızı tamamen attırmaya çok yaklaştıran voltaj.
Şantaj montaj, montaj şantaj!
(Kadın temiz delirmiş.)