Kendimizi çeşitli özellik ve niteliklerimizle tanımlarız; etnik, inanç, felsefi, politik, cinsel… Çevreci veya ekolojist olarak yapılan tanımlamalara da tanık olmaktayız. Ancak, bu tanımlamaların çoklukla karıştırıldıklarını görmekteyiz.
Çevreci veya ekolojist olmak çok farklı nitelikler ve anlayışlardır.
Çevrenin tanımı 'hava, su, toprak, iklim ve etrafımızda var olan her şey'dir. Çevreci anlayış, insanı merkeze koyar ve insanlar için yaşanabilir bir doğal düzen ister. Bu anlayışta hiyerarşik bir dizge vardır; insan en üst basamaktadır, her şey ona ve onun yaşamına göre olmalıdır.
Ekolojiyi 'hava, su, toprak, iklim; canlılar, cansızlar arasındaki doğal ilişkileri, etkileşimleri inceleyen bilim dalı' olarak tanımlayabiliriz. Ekolojist anlayışa göre de doğada hiyerarşik bir dizge yoktur; tüm varlık ve canlılar, cansızlar birbirleri için vardır ve yardımlaşma, dayanışmayla diyalektik etkileşimleriyle varlığı korudukları gibi geliştirirler de.
Ekolojistler, doğanın bu mülkiyetsiz, hiyerarşik dizgesi olmayan, yardımlaşmacı, dayanışmacı düzenine uygun olarak insanı diğer canlılardan ayrı ve üstün olarak görmezler; onların kendileri için var olduğunu düşünmezler. İnsansal etkinliklerini ekolojik düzen içerisinde onun sınırlarının el verdiği ölçüde yapılması gerektiğini savunurlar. Mülkiyete karşıdırlar; doğada mülkiyet yoktur. Devlete karşıdırlar; doğada devlet yoktur. Vatanları yoktur; doğada yaşam alanları vardır. Savaşa kesinlikle karşıdırlar; doğada savaş yoktur, yaşam mücadelesi vardır ve başkaca türler arasındadır. Doğada kendi türünden olanları böylesine öldüren başka bir tür yoktur; nükleer silahlara varıncaya kadar vahşi yöntemler kullanarak…
Yaşam bir bütündür; yardımlaşma ve dayanışmayla sürmektedir. Ancak insan türü, tarım devrimiyle en iğrenç kültür olan mülkiyet kültürüyle kirlenmiş ve toplum tarihsel süreçte bugünlere gelmiştir.
Bu durum yaşamın bütününü yok etmek üzeredir. Çözüm ekolojistlere ve onların haykırışlarla dile getirdikleri önerilerini yaşama geçirmekle mümkündür: 'Ekolojik komünal toplum'u!