Alaturka… Türkler olmasaydı bu terim olmazdı. İtalyanca ‘alla turca’dan geliyor: Türk tarzı demek.
Türk tarzı tarihin her döneminde, özellikle Osmanlı döneminde Batının ilgisini çekti, çekiyor. Bu tarz hem kültür hem müzik olarak dünyada özel bir yere sahip. Alaturka TDK’ya göre sıfat olarak kullanıldığında “eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatına uygun” anlamına geliyor. TDK, alafranga tanımına bir ekleme yapıyor ve diyor ki; “doğuluca, alafranga karşıtı”.
Alaturka, Türk tarzında müzik veya diğer kültürel ifadeler ise, alafranga da Batı veya Avrupa tarzında müzik veya diğer kültürel ifadelerin bütünüdür. Peki, alaturkanın karşıtı alafranga mıdır? Kanımca ikisi karşıt değil, birbirinden farklı fakat zamanla etkileşim içinde birbirinden etkilenen iki değişik kültür ve müzik. İki yönde birçok örnek vermek olası.
Bir itirazım daha var, o da ‘Doğuluca’ tanımına. Doğuluca tanımı alaturka içinde olmamalı, yakışmıyor oraya. Alaturka Türk tarzıdır, o kadar.
Doğuluca diye başka bir mesaj verilmek isteniyorsa, o siyasi olur. O zaman bir hatırlatma hiciv yapma zamanı geldi sanırım. Arap yaşamını Türk tarzı olarak ortaya koymaya çalışan AKP, bırakınız kültüre katkı yapmayı, Moliere’in ‘Kibarlık Budalası’na bile taş çıkartacak hicivlerine malzeme sunmaktadır.
Osmanlı döneminde Batıya yakın olanlar diğerlerinin düşüncesine alaturka dedikleri için, zamanla yenilikçi, modern olmayanların düşünceleri veya uygulamaları alaturka sayıldı.
Hemen bir-iki örnek vereyim, hem de Korona salgınındaki önlemlerden; modern gelişmiş ülkeler salgında her vatandaşının cebine para koymanın peşinde, sanayiciye de kaybı karşılığında parasal destek veriyor. Biz IBAN yoluyla bağış toplamaya çalıştık. Eleştiriler gelince bu kez kolonya ve maske hediye ediyoruz vatandaşa. Nereden hediye, vatandaşın verdiği vergiden, yaptığı bağıştan gelen paralardan… Büyük yönetici naylon poşette ona hediye yolluyor. Asker, polis, jandarma hediye poşet dağıtıyor. Trajikomik bir durum…
İstanbul Belediye Başkanı, ‘Koronavirüs vakalarının yüzde 60’ı İstanbul’da, evden çıkma yasağı koyalım, salgın bulaşma zincirini kıralım’ diyor. İstanbul Valisi de ‘Bir milyon 150 bin kişiye kolonya ve maske ulaştırmaya başladık’ duyurusunu yapıyor.
Bazıları gelişme sürecini tamamlayamamış gözüküyor. Bunun birçok nedeni vardır mutlaka. Bunlardan birisi açlık ve yoksulluk sınırındaki vatandaşlarımızın çaresizliğin kullanılması.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2018 yılına ait Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre ülkemizdeki en yüksek gelir düzeyine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay sürekli artıyor. 2018 Yılında bir önceki yıla göre 0,2 puan artarak yüzde 47,6'ya yükseldi. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 2018 yılında 0,2 puan azalarak yüzde 6,1'e geriledi.
Farklı bir şekilde yazayım; yüzde 20’lik üst gelir grubu toplam gelirin neredeyse yarısını alıyor, en alttaki yüzde 20’lik grup ise yüzde 6’lık pay alıyor. Bu fark da her yıl açılıyor.
Birkaç paket makarna ve tozlu kömüre muhtaç on milyonlarca insan açlık ve yoksulluk sınırında. Onlara insanca yardım yapılmıyor ama ‘itibardan tasarruf olmaz’ düşüncesi ile milyarlarca Dolar para gösterişe harcanıyor.
Onyedinci yüzyılda IV. Mehmet’in elçisi olarak Paris’e gelen Süleyman Ağa’nın Kral XIV. Louis’nin sarayını beğenmemesi üzerine, Kralın Molier’e sipariş ettiği oyundaki hicivler yirmibirinci yüzyılda yine yakamıza geldi yapıştı. Oysa yirminci yüzyılda bağımsızlığımızı kazandık, Meclisimizi kurduk, Cumhuriyetimizi ilan ettik ve sade yaşayan insanımız dünyaya kültürel ve sanayi kalkınmasının örneklerini verdi.
23 Nisan’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümünü o çatı altında kutlamamak için Koronovirüsünün arkasına saklananlar, düşünce suçlarını hariç tutan infaz yasasını çıkartmak için orada gecelemekten çekinmiyorlar. Yazıklar olsun!