Bazı ülkelerde siyasetçi ne derse onu yapar, bazı ülkelerde de siyasetçi söylediğinden başka bir şeyler yapar. Örneğin Avrupa’da siyasetçiler vaat ettiğini yapar.

Ortadoğu ülkelerinde de siyasetçi halkın beklentilerini dile getirir, bunun içinde “avanta dağıtımı” da vardır. Sonuçta iktidar olunca yapılanlar vaatlerden tamamen farklı olabilmektedir.

Avrupa ve Orta Doğu arasındaki bu farkı halkın eğitim düzeyine bir başka deyişle bilinç düzeyine indirgemek yeterli olmaz, halkın satın alma gücü, yani gelir düzeyi de bunda etkendir. Parası olanlar siyasetçinin söylemine daha dikkatli yaklaşır, yoksul olanlar ise vaatlerdeki olası kazancın yarattığı umuttan etkilenir.

Özetle, siyasete halkın yaşam düzeyi ve iktidardan beklentilerine göre siyasi söylem ve vaatler doğal olarak değişiklik gösterir. Bu durum demokratik seçimli ülkeler için geçerli. “Tek adam” rejimlerinde halka verilen küçük olanaklar, vaatler yeterli olur. Sözgelimi Yemen’de benzin, mazot neredeyse bedava düzeydedir, Türkmenistan’da devlet başkanı, reis ne derse o olur, orada doğal gaz bedavadır.

Demokratik seçimli ülkelerde iktidar olma mücadelesi yapanların yanında, onlara destek olan ve iktidar olma durumunda gelirini artırmak isteyenler de vardır. Bir başka deyişle, iktidardan nemalananlar ile iktidar olmak isteyenlerin arkasındaki nemalanmayı bekleyenler var. Türkiye’de ve Amerika’da 2000’den önce sanayicilerin siyasete girmeleri hoş karşılanmazdı. Sanayicinin hedefi üretim ve satış. Oysa son dönemlerde sanayicilerin bir kısmı mitinglerde ön safta yer alıyor. Dünyanın en zengin adamı Elon Musk Trump’ın seçim kampanyasında ön sıradaydı ve seçim sonrasında da ön sırada.  

Sanayici siyasete girdiği zaman durum değişiyor. Küresel ekonomi, küresel ticaret, uluslararası rekabet bir yana bırakılıp “şirketimin karının yükselmesi” ön plana çıkıyor. Bu düşünce rakip firmaları piyasadan silme çabasını tetikliyor. Bir başka kavga da “nadir madenler” dediğimiz madenleri kullanan dünya devi şirketler, nadir madenlere sahip ülkelere ABD’nin el koyması aşamasında ısrara kadar uzanıyor. Ukrayna’daki nadir madenler Trump’ın Ukrayna’da seçimi yenilememiş Zelenski’yi fırçalaması olayını hatırlatıyor. Arkasından Ukrayna ABD ile maden anlaşmasını imzaladı.

Bir not daha vereyim; ABD’nin Afganistan’ı işgali sadece El-Kaide, Taliban mücadelesi için değildi. ABD’de kullanılan yıllık uyuşturucu miktarının büyük kısmı Afganistan’dan geliyordu. Hatta ABD’nin Afgan halkına yardım malzemesi yollarken haşhaş tarlaları için gübre yardımı yaptığı geçen yıl basına yansıdı. Sanırım ABD, şimdi bu ihtiyacını Suriye’deki terör örgütleri aracılığı ile temin ediyor. Hap üreten “tesisler” ile laboratuvarlar şimdi Suriye’de.
ABD, Suriye’den çıkar mı? Çıkmaz.

ABD, Türkiye’de Erdoğan’dan vazgeçer mi? Geçmez. Bunun için tüm seçenekleri kullanır mı? Kullanır.
Hemen şu soru aklımıza geliyor; İstanbul’daki gözaltına almalar, tutuklamalar, dosyalar bu arada nasıl hazırlanabildi yoksa uzun yıllar öncesinden mi hazırlık yapıldı?
Örneğin, 19 Ekim 2009’dan başlasak; Habur kapısından 34 PKK’lı terörist girdi, teslim oldu. Grubun adı “barış grubu”. O zaman Şırnak Valisi olan kişi şimdi içişleri bakanı. Gelen PKK’lılarla konuşan kişi şimdi de İmralı heyetinde…

29 Ekim 2014’te yine Habur’dan girip, Şanlıurfa GAP havaalanına inen “peşmerge güçleri” havai fişekle karşılandı ve Suriye’ye Kobani (Ayn-el-Arab) tarafına geçtiler. O dönemde PYD eşbaşkanı olan Salih Müslim ile Mesut Barzani arasındaki uyuşmazlığı çözüp sevkiyatı sağlayan da ABD Dışişleri Bakanı Müsteşar Yardımcısı idi. Bu isimler bugün hala görevde…
Bugüne gelelim: Amerikan New York Times gazetesi İmamoğlu için “Erdoğan’ın kilit rakiplerinden biri” diye tanımlamış. Dünya basını da bir rakip tasfiye edildi diye yazıyor.
Bölgede hiçbir şeyi riske atmak istemeyen ABD var. Şimdiki başkanı ise insanları değil mülkleri değerlendirmeyi dikkate alan emlak zengini bir başkan. Bu kişiye uyanlar için demokrasi ve insan hakları değil, kişisel malvarlıkları ve “mutlak iktidar” önemli.  Çözüm yağcılıktan değil özgürlükten yana mücadele etmekten geçiyor.