Sarsıntıya giren ekonomide yaşanan “barınma krizi”, “sosyal patlama”ya dönüşme sinyalleri veriyor.

Barınma sorunu; iktidar-muhalefet mücadelesinin ötesine geçerek bir “güvenlik” problemine evriliyor.

Yüksek konut fiyatları ve fahiş kiralar, özellikle büyükşehirlerde, ev sahibi olmayı uzak bir hayale, kirada oturmayı da adeta “kabus”a dönüştürüyor.

Ev sahibi aşırı fiyat artışlarını ve pahallılığı öne sürerek kiraları “kontrolsüz” bir şekilde artırmak istiyor, kiracı da aylık gelirinin, maaşının “açlık sınırı”nın da altında olduğunu gerekçe göstererek bu isteğe karşı çıkıp direniyor.

Bu aşamada, ev sahipleri; avukatları da, “tehdit” unsuru olarak kullanıp bu kez, kiracıları “taciz” ediyor.

Gelinen en “tehlikeli” aşama da ev sahibi-kiracı kavgasının geldiği aşamadır.

Ev sahibi kiracıyı darp ediyor, kiracı da, “evimi boşalt” diyen ev sahibini silahla yaralıyor.

Yaşanan bu süreç; kira sorunu olmaktan çıkarak demokrasiyi, toplumsal barışı, huzuru, dayanışmayı ve aile bütünlüğünü zedeleyen bir boyut kazanıyor, ülke gündeminin ilk sırasına oturuyor.

İstanbul, Ankara ve İzmir’de kentin çeperlerindeki “niteliksiz” bir konutun kirası; asgari ücretin üstünde şekilleniyor.

Yıllık enflasyonun resmi rakamlara göre yüzde 70’i, ENAG’ın belirlemelerinin de bunun iki katını gösterdiği, üretici enflasyonunun ve maliyet artışının yüzde 100’ün üzerinde olduğu bir ekonomik tabloya kirada oturmanın, konut sahibi olmanın ufukta görünmediği bir tablonun da eklenmesi; sürdürülebilir değildir, “alarm” veriyor, ivedi önlem alınmasını zorunlu hale getiriyor.

Öte yandan; her 3 gençten birinin işsiz olduğu çalışanların da aylık gelirinin “asgari ücret” düzeyinde seyrettiği, “asgari ücret”in de “ortalama ücret” özelliğini aldığı bir ekonomik ortam; açlık, yoksulluk ve barınma problemi üretir.

Türkiye genelinde, 8 milyon kiracı var. Bunun yaklaşık 6,5 milyonu eski kiracı.

BARINMA İNSAN HAKLARI SORUNU

Anayasamız; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” olarak tanımlıyor.

Sağlıklı bir konutta oturmak, sağlıklı ve dengeli beslenmek en temel insan haklarındandır.

Denilebilir ki; barınma ve beslenme insan haklarının özünü oluşturuyor.

Barınma ve beslenme ihtiyacını karşılamak ve yurttaşlarına güvenli yaşamın koşullarını hazırlamak; sosyal devletin vazgeçilmez, ötelenemez görevidir.

Milli hukukumuz da, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler de; barınma ve beslenme ihtiyacını temel insan hakları olarak önceliyor.

YENİ KONUT PAKETİ BARINMA KRİZİNİ ÇÖZER Mİ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan 3 yeni konut paketinin “barınma krizi”ni çözüp çözemeyeceği tartışma konusu. Öncelikle; “barınma krize”ne çözüm getirmek için maliyet artışını önlemek, enflasyonu düşürmek, konut arzını artırmak ve vatandaşın gelirini, satın alma gücünü yükseltmek, fahiş kira artışını engellemek gerekir.

Oysa; açıklanan 3 ayrı konut paketinin, maliyeti indirmeye, konut ve kira fiyatlarını dengelemeye katkı vermek bir yana, büyük konut şirketlerine finansman desteği sağlamayı öncelediği görülüyor.

Öte yandan; ilk defa konut alacaklara verilecek yüzde 0.99 faizli, 10 yıl ödemeli 2 milyon TL’lik krediyle konut almak, 10 yıl süreyle ayda 28.000 TL kredi geri ödemesi yapmak; çalışanlar, dar ve sabit gelirliler açısından mümkün değildir.

Dolayısıyla; bu paket, orta gelir grubuna hitap etmekten uzaktır.

Ayrıca; kentsel dönüşümle ilgili paket, yenilik taşımadığı gibi hak sahipleri ile yüklenici firma arasındaki ilişkileri denetlemek üzere TOKİ ve Emlak Konut’un görevlendirilmesi de anlaşılamamaktadır.

Bu arada; yüzde 40’ı tamamlanmış geri kalanı da tamamlanacak olan yarım kalmış konutların bitirilmesi için finansman desteği sağlanması; bir yıl süreyle fiyat artışı yapılmayacağının taahhüt edilmesinin konut arzını yeterli ölçüde artıramayacağı değerlendirilmektedir.

Umalım ki; konut paketi “derde deva” olsun.

ULUSAL KONUT SEFERBERLİĞİ, KİRA YARDIMI, YASAL DÜZENLEME

Fahiş kira artışları ve konut ihtiyacı; devlete konut seferberliği görevini adeta dayatıyor.

Bu seferberliğin ilk adımları da; seferberliğin odağına uzun vadeli, düşük faizli, belli bir süre ödemesiz konut kredisini, imarlı-alt yapılı ucuz arsa üretimini, konut kooperatiflerinin özendirilip desteklenmesini yerleştiriyor.

Bu arada; konut maliyetinin son 8-9 ayda yüzde 200’e ulaşan bir düzeyde artması, vatandaşın alım gücünün her geçen gün biraz daha azalması, konut üretiminin nüfus artış hızının gerisinde kalması, üretilen konutların da dövizle yabancılara satılması; “barınma krizi”nin temel unsurlarıdır.

Tüm bu koşullar; emeklinin, çalışanın, dar ve sabit gelirlinin ev sahibi olmasını, hatta kirada oturmasını bile olanaksız hale getiriyor.

Konut ve kira sorununun “güvenlik” sorununa dönüşmesi ve “sosyal patlama” sinyalleri; göz ardı edilemeyecek bir boyuta ulaşmıştır.

Enflasyonist baskıları azaltmak, yeni bir konut politikası belirlemek, ev sahibi olmayı kolaylaştırmak, emeklilere kira yardımında bulunmak ve tüm bunları kapsayacak konut ve kira yasası çıkarmak; öncelikle ihtiyaç haline geldi.

Unutmayalım ki; çağdaş sosyal devlet, demokrasiyi tehdide dönüşen “barınma krizi” karşısında kendisine “seyirci” bir konum belirleyemez, tam tersine; düzenleyici bir pozisyonu vakit geçirmeden benimser.

Öte yandan; deprem sonrasında oturduğu konutu riskli yapı ilan edilerek evini boşaltmak zorunda kalan vatandaşlar çok mağdur durumda. Bu mağduriyeti gidermek de devletin öncelikli önlem alması gereken toplumsal bir sorundur.

Sonuç olarak: Ertelenen problem; yeni problem doğurur. Stratejik konut politikası ve kapsayıcı ulusal konut seferberliği; öncelikli gündemi oluşturuyor.

Bugün, erken değil; yarın geç olur.