“Sen bu dağı aşamazsın
Kırk ayaklı karınca
-Aşacağım
Ayaklarının beşini kırdılar
Sen bu dağı aşamazsın
Otuz beş ayaklı karınca
-Aşacağım
Ayaklarının beşini kestiler
Sen bu dağı aşamazsın
Otuz ayaklı karınca
-Aşacağım
Ayaklarının beşini yaktılar
Sen bu dağı aşamazsın
Yirmi beş ayaklı karınca
-Aşacağım
Ayaklarının onunu çaldılar
Sen bu dağı aşamazsın
On beş ayaklı karınca
-Aşacağım
Ayaklarının onunu sattılar
Sen bu dağı aşamazsın
Beş ayaklı karınca
-Aşacağım
Ayaklarının dördünü yediler
Sen bu dağı aşamazsın
Tek ayaklı karınca
-Aşacağım”
Dijitalleşmenin üzerine bir de pandemi binince, yazılı basın yok olma noktasına geldi.
Basın ve ifade özgürlüğü konusunda Cumhuriyet tarihinin karanlık dönemlerinden birini yaşıyoruz.
Türk Lirası, tarihinin en değersiz seviyesinde… Matbaa, kâğıt, dijital makineler; hemen her şey ateş pahası…
Bir yerel gazetenin ekonomik girdilerinin başında gelen reklam-ilan pastası, küçük esnafın can çekişmesi; büyük sermaye gruplarının siyasal kıskaç içerisinde kısmen bile olsa bağımsız hareket edememesi nedeniyle küçüldükçe küçüldü.
İletişim Fakülteleri’nden mezun olan gençlerin büyük çoğunluğu gazetecilik mesleğine hiç başlamadan vazgeçiyor. Gazeteci olmak isteyen ufak bir azınlık ise, mesleğe başlayabileceği, kendisini geliştirebileceği, yaşamını idame ettirebileceği kurumlar bulmakta zorlanıyor. İdeallerinin peşinden koşan genç gazeteciler, yaşam şartlarının ağırlığı altında ezilince ya sektör değiştirmek zorunda kalıyor ya da başka sektörlerin halkla ilişkiler birimlerinde yaşama tutunuyor. Hâlihazırda mesleğe devam eden hemen hemen kimsenin ise gazetecilikten emekli olmak gibi bir hayali yok.
‘Kelli felli’ gazeteciler, özgürce çalışabilecekleri medya kuruluşları olmadığı için, sosyal medya platformlarından kişisel ‘kanal’lar açarak, mesleklerine devam etmek zorunda kalıyor.
Sektörde sendikalaşma oranları diplerde. Kurumlar ve birer birer gazeteciler arasında dayanışma hiç olmadığı kadar azalmış durumda.
AKP’nin ‘havuz yöntemi’nin tahribatları nedeniyle, siyasal alan ise basın kuruluşlarına ‘ya benimsin ya kara toprağın’ gözüyle bakıyor.
Sektör ve meslek her geçen gün itibar ve güç kaybetmeye devam ediyor.
Sıralamaya devam etsem, köşe ‘ağlama duvarı’na dönecek.
Biz, kurum olarak bu dönemi mesleğimiz açışından ‘yol arayışı’ olarak görmek istiyor ve ona uygun davranıyoruz.
Gazeteciliğin tecrübeli isimleriyle, İletişim Fakülteleri’nin idealist gençlerini bir araya getirerek, hem dijitalleşme konusunda hamleler yapıp hem de geleneksel olandan kopmadan bir yol arıyoruz. Sendikalı, toplu sözleşmeli çalışma yaşamı; Basın Ahlâk İlkeleri’ne sadık bir yayın dili, geleceğe dair hedefler belirleyen ve her geçen gün kendisini yenilemeye gayret eden devrimci bir çaba ile bazen düşe kalka, bazen koşar adım geleceğe yürüyoruz.
***
Çokça hedef ve planımız var. Hepsini anlamlı kılan hayallerimiz var. Peşinden koşmak için yeni bir adım attık ve taşındık. Gazete, Televizyon, Dergi ve Yayınevimizi bir araya topladığımız; büyük, şık ve işlevsel bir merkez kurduk. Çalışmalarını hâlâ sürdürüyor, hepimizin içine sinsin, İzmir’e ve mesleğimize yakışsın diye en ince ayrıntılarına kadar düşünüyoruz.
Dostlarımızın desteğini görüyor ve kayda geçiriyoruz. Birbirinden kıymetli… Dost ve okurlarımızı yeni yerimize kırk yıllık hatır biriktirmeye bekliyoruz.
Peki ya kem gözler?
Art niyetliler?
Pusuda bekleyenler?
Onlara cevabımı başta paylaştığım Ali Yüce’nin şiirinin son kısmıyla veriyoruz:
“Sonunda her zaman yaptıkları gibi kırk ayaklı karıncayı:
Hiç ayağın kalmadı işte
Sen bu dağı aşamadın
Sana demedim mi karınca
Diye sırıtarak tehdit etmeye kalkıştıklarında karıncanın cevabı baş döndürücüdür:
Dön de bir bak
Dağ biraz küçüldü işte
Daha çok karınca var geride”