Kalabalık uzun cümleler kurarsınız ya da duyarsınız. Bittiği an hiçbir şey kalmamıştır o cümlelerden. Her kelime bir saniyeyi işgal etmiştir ve bu işgal tabi ki geçicidir. Tek yaptığı o zaman dilimini işgal etmektir ve geçip gider. Bu işgalden ne bir iz ne bir etki kalır üzerinizde.
Aynı şey okuduğunuz kitaplar içinde geçerlidir. Yüzlerce sayfa kitap okursunuz kelimeler bu defa sayfaları işgal etmiştir ve okurken yine zamanınıza göz diker.
Siz okudukça o zamanı sizden alır kazandığını düşünür kelimeler.
Kitabın son sayfasıyla vedalaşıp yerine koyduğunuzda sizde ne kaldığıyla, nasıl bir iz bıraktığıyla netleşir işgalin boyutu.
Ancak bazen tek bir cümle okursunuz ya da duyarsınız. Alt üst eder tüm bildiklerinizi. Beyninizin her zerresine öyle bir yerleşir ki duygularınızı, düşüncelerinizi, hissettiklerinizi sarsar.
İşte asıl kalıcı işgal o cümledir!
Ahraz’ı imzalatıp aldığımda ‘İncecik bu kitap kapağını açmamla bitirmem bir olur’ dedim içimden. İmza gününde büyük bir itinayla cümleleri her okuyucuya göre ayrı ayrı seçip imzalayan yazarımız aynı itinayla Ahraz’ı imzalayıp bana uzattığında, ‘Okuduktan sonra yorumlarını bekliyorum’ demişti.
Yorumlarımı Ümit Kartal’a hiç iletmedim. Belki fırsat olmadı belki beni o incecik haliyle darmaduman eden cümlelerin hala işgalindeydim ve bunu alt edecek yorumu bir türlü bulamıyordum.
Oysa ki tecrübeliydim. Kitaplarla içli dışlıydım. Benzerlerini benzer kalemleri daha önce sayısız kez okumuştum.
Ama yok! Bu öyle diğerleri gibi bir benzerlik değildi.
Ahraz işçi öyküleriydi ama öykü değildi. Ahraz, hava aydınlanmadan yola düşenlerin kuşluk vaktiydi. Bir babanın çaresizlik akan bir çift gözünün gözümün içine içine bakmasıydı. Ahraz beni sağır değil ama dilsiz etmişti.
Sana bir şey olmaz denilenlere çok şey olduğunu anlatmıştı tüm cümleler. Fabrika yağının ter ile birlikte bir tenin gözeneklerinde nasıl yer bulduğunun tasviriydi Ahraz.
İşgali tamamlayamamış 400-500 sayfalık kitapların yapamadığını 62 sayfalık Ahraz tamamlamıştı.
Ben bu işgalin nesini yorumlayabilirdim ki!
Ahraz beynimin zerrelerine yerleşirken yalan yok umutsuz hallere bürünmüştüm. Tam o sırada, Ümit Kartal ‘Dünya Döner Devran Dönmez mi?’ demişti.
‘Bilmem, döner mi ki!’ dedim içimden.
Ahraz’dan farklı ama Ahraz’la aynı. Çünkü Ahraz kadar gerçek Ahraz kadar biz olandı ikinci kitap.
Her birimiz bir Ahraz olmayalım diye son 10 yılı gözlerimizin önüne döküyor Dünya Döner Devran Dönmez mi…
Okudukça sordum kendime ‘Neden devran da bu dünya gibi dönmüyor artık! ‘
Evet, ben de kızdım öfkelendim, doğru!
Ama kitabı bitirdiğimde bana şunu söylemişti: “Biz o dibi gördük, biz en dibi gördük, biz o doğum sancısını çektik daha dibi yok. O zaman işgal sırası bizim kelimelerimizde. Dünyayı da devranı da döndürme zamanı geldi…”