Yakınlarım bilirler: Lisedeyken ‘edebiyat öğretmenim’ tarafından yazdığım bir kompozisyon nedeniyle okul disiplin kuruluna günler boyu ifade vermiş, okuldan atılmakla tehdit edilmiştim.
Kompozisyonum tee Ankara’lara kadar gitmiş, sonunda bazı akademisyenlerce okunup incelenmiş de kovulmaktan kurtulmuştum. Ne yazdın da böyle oldu, diye soracak olursanız: Hiiç! 1923’ten bu yana 50 yıl geçmiş olmasına karşın, dediydim, ne bölgelerarası eşitsizlik kalktı, ne toprak meselesi çözüldü, ne eğitim ve sağlık sorunları halledildi, ne şu, ne bu! Vay, sen misin bunları söyleyen, savcılığa bile çağrıldım. Söyle bakalım, kralcı mısın, padişahçı mısın sorularına muhatap kaldım. Dava lehime bitip de sıra bana gelince, “Sizin gibi öğretmen olmayacağım!” dedim. Olmadım!
Geçenlerde yayımlanan Pisa sonuçlarına göre çocuklarımızın büyük çoğunluğu okuduklarını anlamıyorlar. Dahası, okumuyorlar! Öyle ki, Türkçe sorularının hiçbirini yapmadan edebiyat fakültelerine girenler bile varmış. Korkunç bir şey bu. Korkunç ama gerçek. Öyle ki, edebiyat fakültesini bitirip öğretmen olarak yıllarca Türkçe derslerine giren, yanı sıra kitap yazıp yayımlama cesaretini gösteren cümle kurmaktan aciz öylelerini tanıdım ki, yazdıklarını burada örneklesem küçük dilinizi yutarsınız.
Tabii onlar birer sonuç. Hüzün verici birer sonuç! Çünkü derslerde edebiyatı sevdirmemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ders edebiyat dersi değil de, sanki mezar kazma dersi! Ortaokul ya da -özellikle- lise öğrencisini divan edebiyatının aruz kalıplarında boğmanın ne âlemi var, Allah’ın şaşkınları! Fuzuli’de, Şeyh Galip’te, Nedim’de patinaj yaptırarak edebiyatı sevdiremezsiniz; mümkün değil bu. Aruz vezniyle şiir yazdıklarını, edebiyat geleneğimizde böyle bir geçmişin de varlığını söyleyip geçseniz yeter de artar. Hakeza halk edebiyatımız… Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı, Erzurumlu Emrah’ı, şık Veysel’i birkaç şiiriyle tanıtıp sevdirmek mümkünken, “Ozan şimdi burada ne demek istemiş? Şurada hangi sanat var?” gibi hayatımıza somut hiçbir gönderisi olmayan sorularla öğrenciyi edebiyattan, devamı olarak okuyup yazmaktan soğuttuğunuzun farkında mısınız?
İşte o yüzden zamane çocuklarının birçoğu bırakın sayfalarca, kısacık bir facebook paragrafını bile okumaya eriniyorlar. Zor geliyor. Kendilerince “zamanları yok”. Gün içinde çok kısa, sözdizimi bozuk, mantık fukarası birkaç cümle ile konuşup hayatlarını sürdürüyorlar. Aynen, yani, o iş bende, okey gibi sözcüklerle günlerini geçiriyorlar. Başı sonu birbirini tutan, sağlam bir mantığa dayanan, derinliği olan cümleler kuramıyorlar. Bu yüzden bence okullarda hayatta bir karşılığı olmayan “bilgi”ler verilmemeli. Edebiyatı öğretmek yerine en güzel şiir, hikâye, roman ve deneme örnekleriyle sevdirmeli. Yunus’tan Nâzım’a, Karacaoğlan’dan Attilâ İlhan’a, Fuzuli’den Ahmet Haşim’e uzanım çekmeli. Edebiyatı öğretmekten çok sevdirmek için uğraşılmalı. Başta öğretmenlere!