Bazı insanları, diğer tüm insanların sevmesi gerektiğini düşünmek ciddi bir saflık olsa gerek. Dünya, çoğu paylaşılması gereken şeylerde olduğu gibi bu konuda da gayet katı davranıyor; dünya nüfusunun büyük kısmına yemek yerine açlığı, ilaç ve sağlıklı bakım yerine hastalıkları, eğitim yerine şiddet ve vahşeti, adalet yerine potansiyel suçlu olmayı paylaşmak düşüyorsa, elbette kamplaşmış saygı ve sevgiler, duyguları belirleyecektir.

Paylaşılacak her şey, hiçbir şeye dönüşebiliyor, doğanın kanunları çalışmıyor, dünyayı ele geçirmiş kast sisteminin gölgesinde işleniyor tüm bu cinayetler, etiğin, hukukun, estetiğin tanıklığında. Tanıkların konuşma şansı yok, kafalarını sallasalar kafi, keyfiyete yetecek hareket yok.

***

Eğer olmasaydı bu hayat böyle, bazıları gerçekten tüm hepimizce sevilir miydi? Sanmam, ama nefrete dönüşmüş yönü olmayan saldırganlık hali de çarpmazdı insanın suratına.

Bir filmi tüm insanların beğenmesi çok olası değildir, bir kitabı, bir şiiri, bir tabloyu, bir oyunu, sanatsal yaratıları, mühendislik icatlarını, zanaat ürünlerini veyahut bilimsel teorileri.

Aslında bunların hiçbiri, beğenilerimizle varlık kazanacak değildir, varlığı ortaya çıkışı ile olmuştur, beğenilerimiz gibi tüm hislerimizden özgürdürler, beğenilerimiz tanınırlıklarına hizmet etmekten başka işe yaramaz.

İnsan da biraz böyledir, bizsiz vardır, bizim alkışlarımız olmadan da çok güzel şarkı söyleyip beste yapabilir, rol yapabilir, hayatı anlamaya yarayacak fikirler üretebilir, insanla biz oluruz, insan insandan azade.

***

Birçok hayat geçti yeryüzünden, birçok insana dokunarak.

Evde oturup bir gün düşünsek, insanın Charles Spencer Chaplin’i sevmemesi için nasıl bir nedeni olabilir sorusuna yanıt bulabilir miyiz? Veya nefretine?

Mesela, savaş meydanlarında öldürülen bilim adamları için bilimin savaşta ne işi var diyebilir miyiz, demeli miyiz, bilim, ideoloji, insan ilişkisi nedir?

Onu boş versek ve Victor Hugo’dan nasıl nefret edilebilir diye sorsak? Veya Nazım Hikmet’ten? Veya Yaşar Kemal’den?

İnsanın nefreti başaramayacağı bir hali var mıdır, mutabık bir saygı hali mevcut mudur, olması için ne gereklidir?

Estetik, hayata uyarlanamamış bir insan düşü müdür?

Ölümlerin ardından sarf edilen cümlelerin gerçekten sarf edilerek bir an önce tüketilmesi gerekiyor galiba.

Anlamakta zorlanıyor insan; bazı insanların düşmanca, düşmanca olmadığında iğrenmeyle,  iğrenme açıkça dile getirilmemişse aşağılama ve alaycılıkla oluşan garip ve komik olamayan imalarıyla dile gelen duygunun bir insanda nasıl biriktiğini.

***

Seyfi Dursunoğlu ile Huysuz Virjin, aynı gün ve aynı saatte, insan algısındaki yaşamsal döngünün dışına çıktılar.

Bencillikle bezenmiş düşmanlığı ve alaycılığı yönelteceği özneyi dahi bulamamış kişi, mutlaka bir hedef arayışında ise, şu soruları sorması daha makul olacaktır;

Huysuz, otuz yıl öncesinden üç dört yıl öncesine kadar ekranlardaydı, ne oldu da, ekranlar ona yasaklı oldu?

Dedelerinin, nenelerinin, annelerinin, babalarının güldüğü Seyfi’den daha çok gülebilecek bir şey mi keşfetti başka bir ‘nesil’?

***

“Sevilen insanların aleyhinde alınan kararlar, kararı alan insanları sevimsiz yapar.” dedi Seyfi Dursunoğlu.

“Bir sürü sansür sevdalısı var ve hepsi aynı şeyi istiyor: Sizin de dünyayı onlar gibi görmenizi. Ya da farklı gördüğünüz şeyler konusunda çenenizi kapamanızı.” dedi Stephan King.[1]

“Böylece ifade özgürlüğü iki düzlemde kullanılamaz hale getirilir: Korkuyla insanların zihinleri bulandırılarak ve sağduyunun sesi olmaya çalışanların seslerini kalabalıkla paylaşması engellenerek...” dedi Spinoza.

 

[1] Yazma Sanatı, Stephan King, Altın Kitaplar Yayınevi, Çeviri; Gökçe Yavaş