Her ay olduğu gibi bu ayın üçünde çarşamba günü TÜİK tarafından Ekim ayı enflasyon rakamları açıklandı. Her geçen ay TÜİK’e güvenin azaldığı bir ortamda TÜİK, yine sürpriz yapmadı ve bildiğini okudu. Böyle giderse de yıl sonuna kadar gerek işsizlik rakamlarında gerek ise enflasyon rakamlarında açıkladığı makyajlı veriler ile güveni sıfırlamış olacak.
Enflasyon basit tanımı ile halk arasında “hayat pahalılığı” olarak değerlendiriliyor. Teknik anlamda ise, dolaşımdaki para miktarıyla, malların ve satın alınabilir hizmetlerin toplamı arasındaki açığın büyümesi/küçülmesi nedeniyle ortaya çıkan ve fiyatların yükselişi/azalışı, para değerinin düşmesi/artması biçiminde ifade edilen ekonomik ve parasallık ile ilgili genelde yıllık olarak bir süreç içerisindeki değişimleri açıklar. Şöyle diyelim; geçen yıl ekim ayı ile bu yıl ekim ayı arasında ortalama fiyatlar ENAG’ın açıkladığı gibi yüzde 50 artmış ise geçen yıl 100 liraya aldığınız bir mal veya hizmeti bu yıl 150 liraya satın alıyorsunuz anlamı taşımaktadır. Tam tersi de yaşanan ülkeler var, geçen yıl 100 liraya aldığınız bir mal veya hizmeti bu yıl 95 liraya alıyorsanız yüzde 5 negatif enflasyon ile karşılaşmış oluyorsunuz.
Önceki gün açıklanan rakamlardan sonra iki konuya daha değineceğim. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı ekim ayı enflasyon rakamlarına göre ekim ayında tüketici fiyat enflasyonu aylık yüzde 2,39, yıllık ise 19,89 oldu. ÜFE ise yüzde 46,31 olarak açıklandı. Yukarıda değindiğim gibi, vatandaş bu açıklanan rakamlara inanmıyor. Çünkü çarşıya pazara çıktığında geçen yıl aldığı, karşıladığı ihtiyaçlarını bu yıl yüzde 19 fazla ödeyerek değil de yüzde 40-50 daha fazla ödeyerek ancak karşılayabiliyor. Buradan çıkaracağımız sonuç ise bu kurumda kimsenin çalışmasına gerek yok boş yere TÜİK çalışanlarına maaş ödemeyelim. Nasıl olsa iktidarın faiz politikalarına ve çalışanlara daha az nasıl ücret öderiz düşüncesi ve masa başında makyajlı rakamlar ile oluşturulan enflasyon oranını Merkez Bankası açıklasın. Çekirdekçi Şahap Kavcıoğlu talimatla açıkladığı faiz oranlarında olduğu gibi, TÜİK Başkanı Sait Erdal Dinçer’de bir marketçi gibi yıl sonuna doğru market raflarında yazılı fiyatlara benzer şekilde enflasyonu 19,99 olarak açıklar. Bir talimatlı çekirdekçi Merkez Başkanı vardı, şimdi de bir talimatlı marketçi TÜİK başkanı oldu. İşin kinayesini bırakalım, gerçekten vatandaşın aklı ile alay ediyorlar.
Burada dikkatimizi çeken tüketici ile üretici enflasyonu arasındaki makasın Türkiye tarihinde bugüne kadar olmayan bir farka ulaşmasıdır. Tüfe yüzde 19,89 ama üfe yüzde 46,31, bu çok büyük bir fark ve açıklanan tüfe’ye göre anlamı ise üretici çok pahalıya maliyetle oluşturduğu ürün veya hizmetleri fazla zam yapmadan tüketiciye satıyor. Peki doğru mu bu? Tabi ki hayır… Bu da bizim yukarıda bahsettiğimiz durumu destekliyor. Yani, cumhurbaşkanını mutlu etmek ve faizin daha rahat indirilmesi, işçiye memura daha az ücreti nasıl öderim zihniyeti ile oluşturulan makyajlı verilerdir. Daha da açıkçası üretici geçen yıl 100 liraya maliyetle oluşan bir ürünü bu yıl 146 liraya mal ediyor fakat TUİK’e göre 119 liraya satıyor. Takdir sizin, bu yüzden artık kimse TÜİK’e güvenmiyor. Sağlıklı ve fiyat istikrarının yaşandığı bir ekonomide tüfe-üfe arasındaki makas yok denecek kadar azdır. Örneğin, 2001 krizi sonrası Kemal Derviş döneminde ekonomide yaratılan disiplin ile 2002 yılında TÜFE yüzde 29,7, ÜFE yüzde 30,8, yine kişi başına düşen milli gelirimizin 12.500 dolara ulaştığı 2013 yılında, TÜFE yüzde 7,4, ÜFE yüzde 6,97 ve ekonomimizin bozulmaya ve kötü yönetilmeye başlamadan önce 2016 yılında ise TÜFE yüzde 8,53, ÜFE yüzde 9,94 şeklinde gerçekleşmişti. Şimdi Tüfe 19, üfe 46, aradaki makas iki katından daha fazla.
İki konudan bahsetmiştim; birincisi, Enflasyon Araştırma Grubu'nun (ENAG) başında Ekonomist Prof. Dr. Veysel Ulusoy’un bulunduğu, bir grup akademisyen ve araştırmacı tarafından devlet istatistik kurumlarından daha sık ve daha fazla verilere dayanarak geliştirilen bir modele göre, günlük enflasyon metodolojisi ve yaratmış olduğu dinamik verilerle Türkiye'de aylık enflasyon rakamlarını açıklamayı görev edinmiş bağımsız bir enflasyon araştırma grubudur. Grup üyelerinin çoğu genç taze beyinler, danışma kurulu üyeleri ise tecrübeli maliyecilerden oluşmaktadır. Grubun enflasyon sepetinde, TÜİK sepetindeki 418 maddenin 339 adedi vardır. Bu toplam ürün oranının yüzde 81’i, ürün ağırlığının ise yüzde 80’nine eşit gelmektedir. Geriye kalan 79 maddede ise enflasyon üzerinde etkisi çok zayıf olan ürünlerdir. Veri toplamada, TUİK verilerinde kat be kat fazla veri toplanmaktadır. ENAG, aylık 100 bin üzerinde kira, günlük yaklaşık 250 bin ve aylık 7 milyonun üzerinde fiyat verisi ile enflasyonu hesaplamaktadır. Şimdi bakalım bu ENAG ekim ayı enflasyonunu ne açıklamış. ENAG enflasyon raporuna göre Tüketici Fiyat Endeksi ekim ayında yüzde 6,90 arttı. 12 aylık dönemdeki artış oranını ise yüzde 49,87 olarak açıkladı. Bu rakam gerçek mi? Sorusunun cevabını halk biliyor, hem de hissederek, teknik olarak ta biz açıklayalım. Yukarıda tüfe-ÜFE arasındaki makastan bahsetmiştim. TUİK ÜFE’si yüzde 46,31, ENAG TÜFE’si yüzde 49,87. Ne kadar da benziyor 2002-2013-2016 yıllarında gerçekleşen tüfe-ÜFE oranlarına. Merkez Başkanı çekirdekçi Şahap, bu ayda cari açıkçı oldu. Hatırlarsınız Manşet enflasyon iddiası ile başladı, iki ay önce çekirdek enflasyon dedi şimdi de cari açığın kapanmasını hedef aldı, yani enflasyonla artık ilgilenmiyor. Cesur ol biraz kardeşim, sen koltuğu kaybetmiyorsun ama halk, vatandaş yoksullaşıyor, geleceğini kaybediyor.
İkinci konuya gelince; Ekonomist Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Ocak ayında İstanbul'da ekonomiyle ilgili yaptığı bir konuşmada, "Bana yatırım lazım, istihdam lazım, üretim lazım, ihracat lazım. Eğer bu dört başlık yoksa hiçbir şey yok, biz bununla övüneceğiz. Asıl iş faizi düşürmek suretiyle enflasyonu aşağıya çekmektir" dedi. FAİZ SEBEP, ENFLASYON SONUÇ gibi bir teori ile faizleri düşürerek enflasyonu düşürmeyi planlıyor. Erdoğan'ın da savunduğu bu görüş, 110 yıl önce Amerikalı iktisatçı Irving Fisher'in geliştirdiği bir teoriye dayanıyor. Bu Amerikalının 110 yıl önce açıkladığı teori, nominal faiz, reel faiz ve enflasyon beklentisini iddia eden bir hesaba dayanıyor. Bu teori ve cumhurbaşkanının iddiaları Türkiye gerçekleri ile bağdaşmıyor. Bizim durumumuz “YOKSULLUĞUN KISIR DÖNGÜSÜ” teorisine daha çok uyuyor. Yoksulluk Kısır Döngüsü Teorisine göre, “Yoksul Ülkeler Yoksul Oldukları İçin Yoksuldurlar.” Yani, düşük gelir elde eden bir ülke, düşük tasarruf yapabilecek ve haliyle yatırımlarının oranı da düşük olacaktır. Devletin tüm çabalarına rağmen eldeki bu düşük yatırım ile yine düşük bir gelir elde edilecek ve söz konusu kısırdöngü tamamlanmış olacaktır. Hele hele bu yatırımlar betona yapılıyorsa, Allah sonumuzu hayreylesin diyeceğiz.