Soğuk, çok soğuk dedem sürekli bu havalar ‘kar soğu’ derdi. Ben İzmirliyim kar görmedim ki soğuğunu hissedeyim. Bir türkü tutturmuş herkes, kar soğuğu kar soğuğu… Kar mı değil mi bilmiyorum, üstümü iki dakikada giyinip, ders kitaplarımı, defterlerimi ve beslenmemi çantama koyup evden çıktım. Yolda Ali ile karşılaştım. Okula beraber yürüyoruz.
“Hava çok soğuk” dedim.
“Kar soğu…” diyecek oldu.
“Kafanı patlatırım o cümleyi kurma” dedim. Dondu kaldı. Soğuktan değil, korkudan.
“Ellerim buz kesti” dedim. Babaannemin örüp köyden gönderdiği yün eldivenler bile bana mısın demiyordu.
“Pardösünün cebine sok ellerini” dedi. Bunu söylerken tam okulun kapısından içeriye girmek üzereydik. Ellerimi cebime sokmamla bir anda dondum kaldım. Soğuktan değil korkudan, kanım dondu. Bir cebim meşe (misket, bilye siz ne diyorsanız) diğer cebim gazoz kapağı doluydu. Okulda bunlarla yakalanırsam yandım. İkisi de suç aleti… Olduğum yerde zınk diye durdum. Benzim betim atmış Ali beni dürtüyor.
“Efe iyi misin?” Bende ses yok. Kafamda binlerce tilki dolaşıyor. Şimdi diyeceksiniz ki; yok artık bin tilki mi dolaşır. Korkunun gözünü seveyim ben o kafanın içinde üç bin tilkinin birbirinden habersiz dolaştığına tanık oldum. Müdür yardımcısı Baykuş Kemal dibimizde bitti.
“Ne bekliyorsunuz kapının önünde, girin içeri” diye bir baykuştan beklenmeyecek şekilde kükredi. Baykuş Kemal, Türkçe öğretmenimiz ayrıca müdür yardımcısı, nam-ı diğer adı boşuna verilmemişti. Şahin bakışlarıyla olay nerede o hemen orada, göz göze geldik. İçimden acaba anladı mı diye geçiriyorum. Ali kolumu çekiştirip duruyor. Kendimizi sınıfa attık.
Ali’ye suç aletlerini gösterdim. Kaçarak uzaklaştı. Teneffüste yanıma yaklaşmıyor. Ders başladı öğretmenimiz Nizam Gönül hem ders anlatıyor hem de sıraların arasında dolaşıyor. Bir ara askılığın yanına gitti, pardösülerimizi düzeltmeye başladı. Ali ile göz göze geldik. Öğretmenimizin simetri hastalığı olduğu aklıma geldi. İçimden bildiğim bütün duaları ediyorum, bu arada Din Kültür ve Ahlak Bilgisi öğretmenime kızıyorum. Neden bu kadar az dua öğretti diye.
Mehmet’in ceketinin yere düşmesi sonun başlangıcı oldu. Ceketi yerden alırken eli benim pardösümün cebine çarptı. Şıngır sesinden sonra bir tane meşe cebimden zıplaya zıplaya arkadan benim masamın önüne kadar geldi. Sınıftan şöyle bir ses yükseldi. Aaaaaaaaaaa, ben nefesimi tuttum. Nizam Gönül elinde pardösüm ile kendi masasının yanına geldi. Herkesin göreceği şekilde yukarıya kaldırdı,
“Çocuklar bu pardösü kimin?” Utana sıkıla başım önde,
“Benim öğretmenim” dedim.
“Herkes üstünü sıkıca giyinsin dışarı çıkıyoruz. Bir ders beden eğitimi yapacağız” dedi.
Bütün meşeleri ve gazoz kapaklarını çıkardı. Birlikte ders boyunca oynadık. Sınıftan içeri girerken,
“Efe bu kapakların hepsinin gazozlarını içmedin değil mi?”
“Hayır öğretmenim”
“Bu kadar gazozu içersen içinde gazoz ağacı çıkar” dedi.
Yıllar son Sabahattin Kudret Aksal’ın “Gazoz Ağacı” kitabını okudum. Hikâyede beklediğim gibi bir gazoz ağacı geçmese de içindeki mahalle kültürü çocukluğumu hatırlattı. Sanki çocukluğumun geçtiği mahalleyi ve orada yaşayan insanları anlatıyordu.
Öğretmenim bir ara “Kar…” diye başlayan bir cümle kuracaktı. İçimden lütfen kar soğuğu demesin diye geçirdim.
“Kars bile bu kadar soğuk değildi” dedi.
Ne güzel öğretmenlerimiz vardı.
Bugün 26 Kasım, öğretmenler günü değil, takvim yapraklarını yazmayı hiç sevmem bilirsiniz. Üzerimde emeği olan tüm öğretmenlerimi sevgi ve saygıyla anıyorum.
O gün soğuktan, çamurdan, meşe oynamaktan ellerimizin üstü parçalanmıştı. Mutluyduk, çok muyluyduk… Yüreğimizin parçalanması mı? O sonraki yıllarda oldu.