Frankeştayn gıdaların (GDO) dünyaya verdiği zararlar üzerine yeterli bilgiye sahip değiliz. Sadece, insan, hayvan sağlığını olumsuz etkilemekle kalmadığını, gıda güvenliğini yok ederek, evrenin tüm canlı organizmalarını etkilediğini yeni yeni öğreniyoruz. GDO’nun, hayvan yemi olarak kullanılması, insanların direkt tüketimine izin verilmemesi tehlikeyi yok etmiyor. Hayvanların, GDO’lu besinleri tüketerek aldığı DNA kalıntılarının, vücut sıvılarında (kan ve süt) bulunduğu ispatlanmıştı.
GDO’lu ürünlerden yararlanılarak geliştirilen yeni ürünlerin toksik etki üretebileceği gerçeği 1980 yılında piyasaya sürülen bir ürünle ortaya çıkmıştı. Doç. Dr. Yavuz Dizdar 2007 yılında yayınladığı bir makalede, Tosik Etkiler ve Triptofan Felaketi başlığı ile bu duruma dikkat çekmişti. '' 1980’lerin sonlarında Japonya’daki Showa Denko firması transgenik bir bakteriye ürettirilen triptofanı ABD’de satışa sunmuştur. Aylar içinde ürünü kullanan kişilerde nörolojik sorunlarla birlikte giden eozinofili-miyalji sendromu ortaya çıkmıştır. Bu sorunları yaşayan 1500 kişide kalıcı hasar gelişmiş, 37 hasta kaybedilmiştir. Eozinofili-miyalji sendromlu hastalarla karşılaşan hekimler, bu tıbbi sorunun Showa Denko firması tarafından üretilen triptofanla bağlantılı olduğunu farketmişlerdir. Ancak ürün pazardan çekilene kadar aylar geçmiştir. Ürün üzerinde, genetik mühendisliği yoluyla üretildiğine dair bir etiket bulunmaması, problemin aydınlatılmasını geciktirmiştir. Yapılan incelemeler neticesinde, transgenik bakterideki artmış triptofan üretiminin toksik bir yan ürün oluşumuna neden olduğu ve besin takviyesi olarak sunulan ürünün bu toksik maddeyle kontamine olduğu anlaşılmıştır.'' ( 1 )
Besin takviyesi olarak piyasaya sürülen bir ürün, insanların zehirlenerek ölmesine neden olmuştu. Ölmekten kurtulan insanların ne kadar etkilendiğine dair bir veriye ulaşamadık.
GDO’lu ürünlerin, hayvan yemlerinde kullanılmasına izin verilmesinin yol açacağı zararların neler olabileceğini tahmin etmek mümkündür. Kesin sonuçlara ulaşmak için yeterli veri toplanması ise, global sermaye ve devletler tarafından engellenmektedir.
''Dr. Arpad Pustzai, İskoçya’daki Rowett Araştırma Enstitüsü’nde çalışırken yaptığı bir çalışmada sıçanlara GD patates yedirmiş, hayvanlarda beyin ve diğer organların gelişiminin yetersiz olduğunu, bağışıklık sisteminin çöktüğünü gözlemlemiştir. Dr. Pustzai, çalışmasını yayınladıktan sonra görevinden azledilmiştir.'' (1)
Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de GDO üzerine araştırma yapan bilim insanları saldırı altındadır. Akdeniz Üniversitesi'nde konu ile ilgili araştırmalar yapıp, bulgularını kamu ile paylaşan sekiz bilim insanı KHK ile görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Konuyla ilgilenenlerin yakından tanıdığı Dr. Bülent Şık ve arkadaşlarının, sadece Barış Akademisyenleri arasında oldukları için üniversiteden uzaklaştırıldıklarını düşünmek hata olur.
GDO ile ilgili yeni bulgular ise çok daha ürkütücü boyuttadır. Bakterilerin, antibiyotiklere karşı dirençli hale gelmesinde GDO’lu ürünlerin etken olduğu gerçeği ile yüz yüzeyiz. Hatalı ilaç kullanımı yüzünden, bakterilerde direnç genlerinin geliştiği üzerine yoğunlaşan bilim insanları, şimdi çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzun farkına vardılar. Antibiyotik ortamında gelişmesini sürdürebilen ve bunu başka bakterilere de öğretebilen bakterilerin hızla yayılmasında GDO’lu ürünlerin başrolde olması mümkündür.
''GDO’ların üretimi sırasında belirteç gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin en büyük tehlikesi, ortamda bulunan bakteriler aracılığıyla yayılmasıdır. Bakteriler arasında doğal yollarla gen alışverişi yapıldığı bilinmektedir. Antibiyotik direnç genlerinin patojen mikroorganizmalara geçişi, bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasını güçleştirecektir. Bakteriler uygun ortamda çıplak DNA’yı yapılarının içine alabilmektedirler. Bir başka deyişle GDO’yu tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan bakterilerin GDO’nun yapısındaki antibiyotik direnç genini alması kuramsal olarak mümkündür.'' (1)
Zararlı bitkileri yok etmek için kullanılan Herbisitlere dayanıklı hale getirilen kanola bitkisinin poleni ile beslenen arıların sindirim sisteminde, herbisite dayanıklı entro bakteriler ve mayalar bulunduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır.
Alman entropolog Prof. H.H. Katz'ın ortaya çıkardığı bu bulgu çok önemlidir. Kanola bitkisinin etrafındaki zararlı otları yok etmek (öldürmek) için bir zehir kullanıyorsunuz. Bu zehrin, kanola bitkisini etkilememesi için direnç geliştiriyorsunuz. Geliştirdiğiniz bu direnç geni, kanola bitkisinden beslenen arıya geçip onun bünyesinde yaşayan bir bakteriye dönüşüyor. Arının bünyesindeki kimi mayalarda da aynı gen bulunuyor. Bu arıların ürettikleri balı insanlar tüketirken, bünyelerine ne aldıklarını ise tam olarak bilemiyoruz.
Novartis firmasının ürettiği GDO’lu BT mısırı, ampisiline direnç geni taşıyor. C16H19N3O4S olarak bilinen bu antibiyotik, idrar yolu enfeksiyonları (sistit gibi), solunum yolu enfeksiyonları (bronşit gibi) ve kulak enfeksiyonları, menenjit, salmonella ve endokardit gibi enfeksiyonlara bağlı gelişen hastalıkları tedavi etmek için sıkça kullanılan bir penisilin ilaçtır. ''Bazı Avrupa ülkeleri, ampisiline direnç geninin mısırdan besin zincirindeki bakterilere geçiş yapabileceği ve ampisilinin bakteriyel enfeksiyonlarda kullanımının tehlikeye girebileceği endişesiyle Novartis Bt mısırının yetiştirilmesini yasaklamışlardır. Söz konusu mısırda ampisiline direnç geni ile bağlantılı olarak kullanılan promoter gen tehlikeyi daha da ürkütücü kılmaktadır. Promoter genler, işlevsel genin çalışmasını kontrol eden bir açma-kapama sistemi olarak düşünülebilir. Novartis Bt mısırında kullanılan promoter gen ise bitkiye değil bakteriye aittir. Bu durumda, genin bir bakteriye geçişi halinde, antibiyotik direnciyle ilgili protein üretimine neden olma ihtimali daha da artmaktadır.
Union of Concerned Scientists (UCS), antibiyotik direnç geni içeren besinlerin enfeksiyon hastalıklarında kullanılan antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceğini belirtmiş; British Royal Society, GDO’larda antibiyotik direnç genlerinin kullanılmasına son verilmesi çağrısında bulunan bir rapor yayınlamıştır.'' (1)
Kanola bitkisindeki gen, arıların bünyesindeki bakterilere ve mayalara geçebiliyorsa, BT mısırı ile beslenen hayvanların bünyesinde, ampisiline dayanıklı bakteri ve mayaların olabileceğini de ön görmek gerekiyor. Bu bakterilerin, başka bakterilerle gen alışverişine açık olduğunu da hesaba kattığımızda, antibiyotiğe dayanıklı bakterilerin çarpan etikisi ile nasıl çoğalabileceğini düşünmeye başlayabiliriz. Bünyesinde, antibiyotiğe dayanıklı genler taşıyan bakterilere sahip hayvanlarla etkileşim içinde olan insanların da bu döngünün bir parçası olduğu açıktır.
BT mısırı, henüz tarladayken, bu ürünle beslenmiş olan birçok kanatlı hayvanın, böceğin ve bakterinin, direnç geliştirici olarak dünyaya yayılmış olması Frankeştayn (Genetiği Değiştirilmiş Organizma - GDO) organizmalardan uzak durmamız için yeterli bir nedendir.
Çapraz tozlaşma sonucunda, farklı bitki türlerine bulaşması da mümkün olan bu tehlikenin, tüm canlı yaşamını tehdit ettiğini kavramak gerekiyor. Kapitalist - Emperyalkist sistemin, aşırı kar hırsı, tüm dünyanın, can güvenliğini tehdit ediyor.
Yararlanılan kaynaklar :
1) Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Sağlık, Doç Dr. Yavuz Dizdar ZTTB 2007
2) Antibiyotik Direnci Nedir ? Önlemek İçin Neler Yapılabilinir ? Doç. Dr. Nilay Çöplü, Medi Magazin 10 Kasım 2011
3)Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi Müdür Yardımcısı ( Son KHK larla görevden alındı ) Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık, gazete, dergi ve internet yazıları.