“Murat Dağı Yaylağı eteğinde bir büyük ılıcadan doğar ki, berrak suyunu içenin yüzüne kan gelir. Yedi sekiz defa temiz havuzuna girenlerin vücudunda hararetten bir şey kalmayıp, vücudu pamuk gibi yumuşacık olup beyaz inci gibi olur.
Nice nehirler toplanıp batıya doğru akarak Aydın diyarını sulayıp nice köy, kasaba ve şehirleri uğrayıp meyve ile doldurur. On konak yer gidip İzmir yakınından Menemen Şehri içinden geçer, oradan ikinci saatte Foça Kalesi dibinde Akdeniz’e karışır hoş bir sudur” diye bahseder Evliya Çelebi onun için. Allum ve Arundell adlı 19. yüzyıl seyyahları ise Hermos diye andıkları nehrin suladığı şimdinin Karşıyaka’sından, Foça dağlarına kadar olan yaklaşık 40bin hektarlık araziyi Nil ile, Ren vadisi ile kıyaslar. Hakkı vardır yüz yıllar boyunca medeniyetleri doğuracak kadar bereketli olan bu nehir ve ovası Ege’ye bakar, neredeyse tüm Ege tarihi etrafında şekillenir.
Daha sonra kapitalizm gelir. Yani insanın kendini evrendeki her şeyden üstün tuttuğu ve ne yaparsa yapsın bunu “kâr amacı güderek” yaptığı bir düşünce bu topraklara gelir. Anadolu insanlarının, bu düşünce ile daha çok kar etmek amacıyla, daha ucuz iş gücü olsun diye buralara taşınmasına karar verilir. Gediz vadisi insanlarla ve sanayi kuruluşları ile dolmaya başlar. 1998 yılında Ege Belediyeler Birliği Gediz Nehri hakkında bir rapor yayınlar: “Sanayi tesislerinin atıkları toprağa, havaya ve suya gelişigüzel verildiğinden ciddi sorunlar yaratmaktadır. Fabrikaların büyük çoğunluğunun ya arıtma tesisleri yoktur ya göstermelik arıtma tesisi kurmuşlar ya da yüksek işletme maliyetleri nedeniyle gerektiği kadar çalıştırılmamaktadır. Manisa ilindeki 57 deri atölyesi, yağ ve sabun fabrikası, Küçük Sanayi Sitesi Gediz Nehrini kirletmeye devam etmektedir.” 1998 yılından bu yana ekseriyetle “ırmağının akışına ölürüm” şarkısını marş bilen bir düşünce tarafından yönetilen bölge belediyeleri Gediz’i öldürmekten hiç imtina etmezler.
AKP iktidarı ise Gediz’in tabutuna son çiviyi, tarım politikaları ile yapar. Bölgede yüzyıllardır ekilen ürünler terk edilerek, daha çok su isteyen Gediz’in suyunun yetmeyeceği yonca, mısır gibi ürünler teşvik edilir. Çiftçi de ektiği ürünleri değiştirir ve sulamak için Gediz’e yüklenir. Büyük bir kuraklık geçirdiğimiz bu günlerde, suyun böyle gereksiz ve arsızca kullanımının önlenmesi, sanayinin değil Gediz'in istediği ürünlerin ekilmesi bizim sorumluluğumuz.
Üstüne bir de Gediz tekrar ulusal basına düşen bir felaketi yaşadı bugünlerde. Gediz’in büyük kanlısı Turgutlu sanayisi, yine arsızca tüm kimyasallarını Gediz’e boşalttı. Zaten her yağmur ile etrafındaki insanlığın tüm kirini içine alan Gediz’in suyu bu kez biyoenerji santrallerinin ölümcül kimyasallarla bir kez daha kirlendi. Oysa Turgutlu Çevre Platformu gibi STK’lar, böylesi önemli bir nehrin etrafına, biyoenerji tesisi kurulamayacağını, bu tesislerde olası kazaların önlenemez çevre felaketleri getireceği öncesinden belirlenmişti.
Şimdi Ferdi Zeyrek sorumluların peşinde olduğunu, cezasız bırakmayacağını söylemekte ama Gediz için cezasız da bir şeyler yapmalı. Kendi babalarımızın, dedelerimizin dünyayı ve tabiatı bilmeden, para hırsıyla kirlettikleri Gediz’i bir şekilde geri almanın zamanı geldi. Görünen o ki, Gediz’in kirlenmesi bizim için, Egeli için hiçbir kar, hiçbir para da getirmedi. Üstelik Gediz’in dün kirlenmesine neden olanların paraları da etrafta gözükmüyor. Gediz’i kirletme, onu incitip yok etme pahasına kazanılan paraların, bu paraların huzurunu sürdükleri de gözükmüyor.
Ferdi Zeyrek’in belki de cezadan daha fazla şeyleri yapması, bir anlayışı, bir bakışı değiştirmesi lazım. Dediğim gibi, Gediz’i kirletmek, bize refah, bize zenginlik, bize mutluluk getirmedi. Neden kirletmeye devam ediyoruz? Niçin kirletenlere Gediz’i, onu kirletenlere neler olduğunu anlatmıyoruz?