Meşrutiyet 1908 yılında ilan edildiğinde, tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi İzmir’de de özgürlük rüzgarları esmeye başlamıştı.
Özellikle Abdülhamit döneminde ne yazacağı, ne çizeceği burnuna kadar ayarlanmış,bu ayarlara uymayanlar da vida gibi itinayla çok uzun süreler boyunca sıkılmıştı. Meşrutiyet ile birlikte “basında sansüre hayır” gibi sloganlar eşliğinde bir hürriyet havası 1. beyler sokağında da esmeye başladı. Bu havadan Müslüman yayınları kadar Gayri Müslimler de etkilenmiş ve bu havanın içine Kosmos dergisi yani Evren dergisi doğmuştu.
Dergi Micheal ve Nikolas Nikolaidis ile Evangeleos Pantelis ortaklığında çıkarken, ortaklıkla iş yapmak herkesin harcı değildir lafını doğrular niteliğinde 1910 yılında Evangelos bey ayrılır ve dergi komple Nikolaidis yönetimine geçer. Kosmos, yayın sürecinde İzmir’liye güncel fikirleri zerk eder. Bir araba ile neler yapılabilir, çocuk nasıl yetiştirilir, verem, kuduz, kolera gibi hastalıklara modern tıp nasıl yaklaşır, zinde vucut niçin önemlidir, kadınların oy kullanmasını isteyen İngiltere’de beliren kadınların derdi nedir gibi dönemin sosyetesini şekillendirecek işler olduğu gibi güncel populer edebiyat akımları da irdelenir. Öyle ki Charles Dickens’tan bahsedilmesi, onun “Bir yıl başı masalı” hikayesinde geçirdiği hindi ziyafeti şehrin ilgisini çekecek, şehirde Kosmos’un etkisiyle yılbaşında hindi satışları başlayacaktır.
İzmir o vakitler kendisini Akdenizli hisseden ve Akdenizli olmakla övünen bir şehirdir. Eğlenceyi ve bayramları çok sevmes aralık ayının başıyla birlikte şehirde bir festival havası esmesine neden olur. Hristiyanlığın her mezhebi, Müslümanlığın tüm meshepleri, Yahudiler, Ermeniler, Balkandan gelenler ve Sahra altından gelenler kendi günlerinde kendi bayramlarını kutlarlar. Şehirde kimse diğerinin bayramına laf etmezken belki de şehrin en sakin, en kavgasız günleri bayramların olduğu günlerdir. Noel olduğunda her dinden kişi kendi Allahına dua etmenin bir yolunu bulurken, Teravihler okunurken yine herkes kendi Allahına dua eder. Edebiyattan hindiler gelir, kiliselerin bahçelerinden az öteye çam ağaçları dikilir ve herkes dileğini o ağaçlardan diler.
Sonra bir şeyler olur, mükemmel bir aptallığa düşerler ve bu bayramlar kesilir şehirde. Şehir yanar bir gün. Bayramlar yavas yavaş sadece Müslümanlara ait kalır. Ve neredeyse binlerce yıl boyunca şehirde kimsenin kimseye karışmadığı düzen Müslümanlar tarafından “Burası bir Müslüman ülke burada böyle şey yapamazsınız” diyerek ötelenir. Bir zamanlar hep beraber eğlenilen, dans edilen günlerde, hep beraber dilekler asılan ağaçlara karşı öfke birikir. Nerden geldiği belli olmayan, olmasına hiç gerek olmayan bir öfke. Geçmiş zamana, geçmiş İzmir binalarına geri dönmemize imkan yok. Yararlı da değil çok yerden zaten ve fakat hala birbirimizin eğlencesine saygı duyabiliriz. İzmir yarım düzine dinin ve dilin konuşulduğu bir dilken, İzmir’den çıkmayan fikirlerle henüz suskunlaşmamışken, onların yaptığı gibi yapabiliriz. Yılbaşı ağaçlarına, yılbaşı süslerine, Hannuka şamdanlarına beraber sahip çıkabiliriz. İzmir’i güzel yapan şey bu birbirinin eğlencesine sirke sıkmayan dahası birbirinin eğlencesine dahil olan insanlardan ibaret olmasıydı, binaları değil. O eski insanlarıdır. O insanlar olmak için de elimizde Kosmos gibi bu işleri nasıl yaptıklarını öğrenebileceğimiz onlarca şey var.