Şehrin göbeğinde, yüzlerce insanın arasında yürürken yalnız hissetmek ne garip bir duygu…

Herkes bir yerlere yetişme telaşında; kimisi telefonu kulağında, kimisi aceleyle adımlarını sıklaştırmış. Ama sen… Onların arasında kaybolmuş bir yabancısın. Sesler, konuşmalar, kahkahalar bir uğultu gibi kulaklarında yankılanıyor, ama hiçbiri sana ulaşmıyor…

Yalnızlık, sessizlikte değil aslında. Yalnızlık, tam da bu kalabalığın ortasında varlığını hissediyor. Yanından geçen insanların varlığı seni görünmez kılıyor. Sanki herkes bir hikâyenin parçası ama sen o hikâyede bir dipnot bile değilsin…

Bazen bir vitrinde kendi yansımanı görüyorsun, kendi gözlerinle karşılaşıyorsun. O an fark ediyorsun, yalnızlık aslında dışarıda değil, içinde. Yüreğinin derinliklerinde yankılanan bir sessizlik. Kalabalığın içinde olmaya alışmışsın ama birinin “Nasılsın?” sorusunu yüreğinde hissetmeyi özlüyorsun…

Yalnızlık, bazen bir ihtiyaç. Kendini dinlemek, düşüncelerinde kaybolmak. Ama kalabalıkların yalnızlığı… İşte o başka bir şey. Bu his, kendini bir buluta sarılmış gibi hissettiriyor; hem yakın hem de uzak, hem dokunulabilir hem de ulaşılamaz...

Belki de insan, kalabalıklar içinde kaybolduğunda, en çok kendini buluyor. Ama o buluşmalar da kısa sürüyor, çünkü bir bakıyorsun, yine kaybolmuşsun. Bu döngü hiç bitmiyor…

Yalnızlık, kalabalıklar içinde daha keskin. Çünkü birileri seni görmeden yanından geçtiğinde, işte o zaman gerçekten var olup olmadığını sorguluyorsun.
Kalabalıkların içinde görünmez olmak, insanın kendini keşfetmesi için garip bir fırsat sunar. Belki de yalnızlık, insanı en çok sorgulamaya iten duygudur. “Ben kimim? Burada ne yapıyorum? Bu hayatın içinde benim yerim nerede?” diye sormaya başlarsın. Cevapların bir türlü tam olmaz, ama o eksiklik bile seni şekillendirir…

Bir banka oturup çevrendeki insanlara bakarsın. Kahkahalar atan bir grup, el ele tutuşmuş bir çift, yere düşen oyuncaklarını toplamaya çalışan bir çocuk… Herkesin bir hikâyesi var gibi görünür. Ama o an fark edersin ki, kimse bir başkasının hikâyesine tam anlamıyla ortak değil. Herkes biraz yalnızdır aslında, kalabalığın içindeyken bile…

İşte bu farkındalık seni hem rahatlatır hem de hüzünlendirir. Yalnızlık, bir nevi insan olmanın kaçınılmaz yanıdır. Ne kadar çok kişiyle çevrili olursan ol, zihnindeki düşüncelerin tek sahibisin. Hiç kimse senin iç sesini duyamaz, kimse hissettiklerini tam anlamıyla anlayamaz. Bu yüzden bazen kalabalıklar sadece dekor gibi gelir; oradasındır, ama ait hissetmezsin…

Peki bu duygu insana ne öğretir? Belki de yalnızlığın bir eksiklik olmadığını. Kalabalıklar içinde yalnız hissetmek, aslında içsel bir özgürlüğün işareti olabilir. Kendinle baş başa kalmayı, kendi varlığını anlamayı öğrenirsin. Çünkü bir kalabalığın seni tamamlamasını beklemek, en büyük yanılsamalardan biridir…
Belki de mesele, yalnızlığını kabullenmekte ve onu güzelleştirmekte. Kalabalık bir caddenin ortasında yürürken, başını kaldırıp gökyüzüne bakmak mesela. O an fark edersin; sen ve yalnızlığın, evrenin bir parçasısınız. Her şeyin ortasında, aslında hiç de eksik değilsiniz…