Kalıplar ve kalıpların içinde yaşamak…
Alışılmış olmak farklı olmadan toplum içinde sırıtmadan yaşamamızı desteleyen bir sistem içinde büyüyoruz…
Etiketler ve taktığımız maskeler üzerine bu hafta yazım, eğer dilim biraz sert olursa şimdiden verdiğim rahatsızlık için özür dilerim…
Henüz küçük bir çocukken ilk etiketlerimizi ailelerimiz yapıyor…
“Bu çocuk çok yaramaz” sözünü inceleyelim;
Yaramaz kelime anlamı olarak işe yaramaz anlamını taşıyor. Küçücük bir çocuğa bu çocuk işe yaramaz, bu çocuktan bir şey olmaz diyoruz aslında…
İlk etiketi böylece yemiş oluyoruz!
Hareketli çocuk, hoplayıp zıplayan, merak eden, karıştıran, dünyayı keşfetmek için heyecan duyan küçük bir insan. Sürekli engeller çıkar karşısına “yapma, yeter, sus biraz, azıcık otur, düşersin hoplama, elleme “ sürekli engellenir çocuklar…
Okul çağına gelince artık büyüdün okula başlayacaksın ile devam eden cümlelerin sayısı artar. Okula başlar okulda sınıfında ki diğer çocuklar ile kıyaslanmaya başlar. Beş parmağın beşi bir değil sözünde olduğu gibi hiçbir çocuk diğeri ile aynı olmaz. Her çocuk farklı anlayıp öğrenir ama sistem yine çocukları kalıplara sokmaya çalışır. Sizin çocuğunuz böyle ile başlayan cümleler ile veli konuşmaları yapılır. Çocuk şanslı ise çok iyi bir öğretmene denk gelir ve öğretmeni onun yeteneklerini keşfedebilir.
Sözü açılmışken gerçekten çok iyi öğretmenlerimizin de olduğunu söylemek isterim. Zaten iyi bir eğitimci önce çocuğu tanır ve onun ilgi alanlarını, nasıl anlayıp öğrendiğini keşfeder. Ama öyle bir öğretmene denk gelmediyse çocuk orada da bir etiket yer…
Hiç düşündünüz mü günümüzde tüm çocuklar için hiper aktif ve dikkat dağınıklığı sözünü duyuyoruz. Bir uzman bu teşhisi koymadan bizler onu bu şekilde etiketliyoruz. Kimi çocuk sakin ve dinleyen olabilir kimi çocuk sabırsız ve hareketli olabilir…
Sizce gökkuşağı tek renkten oluşsaydı adı gökkuşağı olur muydu? Farklılıklar ile birlikte tüm hayatta ne kadar güzel olduğumuzu ne zaman fark edeceğiz?
Sistem çocuklarımızı kalıplara sokarken çok acımasız eleştiriler ile onları şekillendirmeye devam ediyor. Olmak istedikleri kişi değil olunmasını istediği kişilere dönüşüyor…
Sayısalı iyi olmalı notları yüksek olmalı, sanat ya da spor önemli değil daha çok sayısalı iyi olsun…
Duygusal olmasın hata yapar, mantığı gelişsin. Duygusallık ona ne kazandıracak değil mi?
Vicdansız diyoruz ya sonra? Duygusal zeka gelişmezse vicdanı nasıl gelişecek düşünen yok…
Sistem böyle çünkü, düşünmesin, sormasın ki sorgulamasın…
Sonra işte maskeleri takmaya başlıyoruz…
Bazen çok nazik hassas davranan biri oluyoruz bazen kurban psikolojisi ile maskeliyoruz öz kendimizi…
Ve işte depresyon böyle başlıyor. Kendimiz ile ne kadar uzaklaşırsak maskelere o kadar dönüşüp inanır oluyoruz. İstedikleri insana dönüşüp geçerli mesleği yapıp, maskelerimizi takıp mutsuz insanlar yığını haline geliyoruz…
Sisteminiz size kalsın! Kalıplarınız içinde yok olun…
Bize hayallerimizi bırakın, herkes içinde ki o küçük çocuğa seslensin;
Önce kendini bil!