Okuyucularım bilmem anımsayacaklar mı? Fransa' nın nükleeri Fransa' ya başlıklı bir yazı yazmıştım. SÂe Sao Paulo isimli Fransız donanmasına ait iken Brezilya' ya satılan, nükleer silâhlarla donanımlı, nükleer deneylerde kullanılmış savaş gemisi hakkındaydı yazım. İstenirse https://www.izgazete.net/fransanin-nukleeri-fransaya adresinden okunabilir.

Örgütlü direnişimiz sonucu okyanusa batırılmak zorunda kalınan, radyasyon yayan bu savaş gemisinin ülkemizde sökülmesine karşıt bir yazıydı. Amacına da ulaştı.

Ancak bu yazımdan rahatsız olan Binali Yıldırım ve oğlu Erkam Yıldırım, hakkımda "Sesli Yazılı veya Görüntülü Bir İleti İle Hakaret" iddialarıyla savcılığa suç duyurusunda bulundular.

Emniyetteki ifademde yazıma sahip çıktım elbette. Yazımın, sonuna kadar ve her zaman arkasında olduğumu söyledim. Korkarak, sinerek, pusarak, çalı dibine, kaya arkasına saklanarak bu ülkede yaşamanın hak edilemeyeceğini de belirttim. Onurlu, özgür, saygın ; bağımsız bir ülkede yaşamı hak edebilmek için mücadele edilmesi, riskler alınması gerektiğini dile getirdim. Kimse kimseye, hiçbir sınıf karşıtı bir sınıfa dikensiz gül bahçeli yaşamı hediye etmezdi!

Ülkemizde nükleer çöplük istemiyorduk. Hele hele dünyada Fransız emperyalistlerinin, NATO' nun çıkarlarını savunmuş, nükleere bulaşmış savaş gemisinin ülkemizde Aliağa' mızda sökülmesini asla!

Yazıyı okursanız, hakaret sayılabilecek tek bir sözcük, ima, çağrışımın izini bile bulamayacaksınız. Bunlar, ancak aciz, güçsüz, eğitimsiz ve çaresiz insansıların anlamsız sözleri olabilirdi. 

Ne istediğimizi, neden istediğimizi, kimler için istediğimizi bilimle, akılla biliyorduk. Yaşamı savunuyorduk; halklarımızı, doğamızı, havamızı, suyumuzu, toprağımızı, börtü böceğimizi yani toplumsal ve doğal tüm değerlerimizi savunuyorduk. Bunu Anayasa' mıza da görevimiz ve sorumluluğumuz olarak kaydetmiştik.

Önce Savcılık soruşturması ve SYY (Soruşturmaya Yer Yoktur) kararı. Sonra devreye sokulan Arabulucu... Yanıt hep aynıydı: Yazımın ve düşüncelerimin sorumluluğunu taşıyarak, sonuna kadar ve noktasını da virgülünü de koruyarak arkasındayım.

Arabulucudan sonra başka bir savcılık, SYY kararını kaldırdı. İşte tam o sırada bizim; ekolojistlerin çilekeş ve gönüllü avukatı Av. Arif Ali Cangı devreye girdi. Önce bana güzel bir azar! Sonra da " ...Bu senin işin olmaktan çıktı, dur bakalım!" Üretmek istedikleri içtihatla köşe yazarları sindirilmek isteniyor olabilirmiş. "Biz esas istediğimiz kararın alınmasını sağlayıp, köşe yazarlarının özgürce düşüncelerini yazabilmeleri için içtihat oluşturacağız..." gibi söylemleri oldu.

Açıkçası ben de ne istiyorsan yap dedim, onu davayla baş başa bıraktım. Av. Arif Ali Cangı, yazdı çizdi uğraştı ve sonunda istediği sonucu aldı: BERAAT! 

Yani Türkiye' de hukukçular var! Güvenilecek hakimler de var avukatlar da. Biz de kendimize, haklı davamıza güvenelim. Asla kaybetmeyiz.

Yakın zamandaki seçimlerde de haklı taraftayız. Korkmadan, sinmeden yüksek özgüvenlerimizle; dayanışmamızla ve ortaklaşarak kazanacağımızı biliyoruz. Herkes yanına bir kişi daha ekleyerek zaferimizi büyütmekle görevlendirmelidir kendini.

Başka türlü güneşli günleri görmemiz mümkün değildir!