“İnsanlar benim lanetim.”
Bu son cümleyi de okuduktan sonra kitabı usulca masaya bıraktım. Kitabın beni şoke eden etkisinden biraz olsun kurtulmak için öğlen sıcağına rağmen dışarıya çıkıp hava almaya karar verdim. Tam kapıdan çıkarken zile basmak üzere olan kargocu Recep’le göz göze geldik.
“Abi, çok sıcak, bir bardak soğuk suyun var mı?”
“Gir içeriye, soluklan biraz istersen.”
Ayakkabılarını çıkarmadan girdi. Kargo paketlerini gelişigüzel bir yere bıraktı. Kilosuyla orantılı olarak üç dört bardak su içti. Biraz önce okumayı bitirip masaya bıraktığım kitabı göstererek,
“İsmi ne güzelmiş! ‘Kitap Hırsızı’...”
“Evet, güzel bir roman, yeni okudum.” Kitabı alıp kapaktaki kızı gösterdi:
“Bu kız mı çalıyormuş kitapları? Hiç hırsız tipi yok.” Uzatmak istemedim duymazlıktan geldim.
“Kitabevlerinden ve kitap fuarlarından da kitap çalıyorlarmış! Çalıp ne yapıyorlar o kitapları?” Recep bu, susar mı hiç! Uzattı da uzattı. Sonunda uğurladım onu.
Kargo paketini açtım. Yusuf Atılgan’ın mektuplarından oluşan bir kitap çıktı. “Sevgili Halil Kardeş” yazar Halil Şahan, Yusuf Atılgan’dan gelen mektupları ve anılarını paylaşmış bu kitapta.
Yazarların mektuplarını okumak çok hoşuma gidiyor. Onların gizli dünyalarına girmek bir yana, başkalarının anlattığı anılar sayesinde zihnimde yaşananlar ete kemiğe bürünüyorlar. Nelere kızdıklarını, onları nelerin mutlu ettiğini, hikâyelerini ya da romanlarını yazarken hangi olaylardan esinlendiklerini öğreniyorum.
Yusuf Atılgan’a dair neler öğreneceğimin merakıyla perdeyi ve camı açıp hafif esen rüzgârı göğsümde yumuşatıp ciğerlerime çekince kendimi dışarıya atmanın ve bu kitabı Kordon’da, çimlerin üstünde, denizden püfür püfür esen rüzgârın karşısında okumanın daha keyifli olacağını düşündüm.
Köpeklerin ilişmediği bir ağaç gölgesi bulup karıştım insanların arasına. Kordon; eğlenen, koşan, bisiklete binen, top oynayan insanlarla doluydu.
Kitabı okurken, Atılgan’ın en yakın dostu “Yedi Taşlı Yüzük”kitabının yazarı İhsan Bayram geldi aklıma. Sürekli Yusuf Atılgan’la ilgili anılarını anlatırdı. Ben de keyifle dinlerdim.
Kitabı okurken bir ara elime bir futbol topu çarptı. Durur muyum? Kitabı ağacın dibine bırakıp çocuklarla topun peşinden koşturmaya başladık. Yaklaşık yirmi dakika sonra ağacın dibindeki kitabımı almaya döndüm ki bir de ne göreyim!
Kitap yok, sanırım “Kitap Hırsızı” benim kitabımı da çalmış.
Yazıyı okurken güneşli güzel bir ilkbahar gününü özlediğinizi hissettiniz mi?