Hatırlamak ne işe yarar? Neye yarar bunca kırık dökük şeyi aklımızda tutmak... Hatırlamak yük oluyorsa, keder ve bitkinlik veriyorsa, neden unutmamak? İnsanı onurla biçimlendiren şeydir hafızası. Kalabalıklar birlikte hatırladıkları, ortak bir hakikate ulaştıklarında bir toplum, bir halk olurlar. Rastgele bir araya gelişleri ortak hakikat ve ortak duygu anlamlı hale sokar.
Bizim için kriz halinde olan bu ortak hakikattir. Ne ekonomik zorluklar, ne milliyetçi - dinci gerici politika, ne kimlik sorunları, ne başka bir şey... Ortak hakikatimizi kaybettik. Uzun zaman önce başladı ve peyderpey ortak bir hakikat düzleminde konuşmayı başaramaz hale geldik. Bizi biz yapan her ne ise, kazara olan, öylesine olan her ne ise... Onların üstüne bir örtü gibi gelen aynı şeyi görmek ve duyumsamak ihtimali çok zayıfladı. Tüm seslerin başka seslerce boğulması ve kendi çeperini aşamaması bu yüzden.
Esenyurt'ta bir işçi kadın, haklarını alamadan işinden atılınca, hakkını aramaya karar verdi geçen hafta, erkek patron ve özel güvenliklerin taşlı - küfürlü saldırısında başı yarıldı, kan düştü yüzüne. Hasankeyf'in on binlerce yıllık mirası iş makineleriyle ezildi. Kızının ölümüne dair sorduğu sorularla uzun bir yolculuğa çıkan bir baba, onunla soru soran gazeteciler alıkondu, baskı gördü. Kayyumlar ile uyandı kentler. Doğanın yağmalanmasını bir küçük gölün teninde gördü zaman... Bunlar unutulmamak üzere, hatırlanmak üzere geride kaldı. Hatırlamak ne işe yarar?
Çünkü tüm bu biriken anı, isim ve olayın biriktiricisi aynı kişiler, aynı yerlere bakıyorlar. Aslında kalabalıklar ama dağınık bir kervan gibiler. Çölde dağınık bir kervan. Su az, kum çok, güneş yakıcı, gece dondurucu. Her yer akrep, yılan ve türlü acımasız koşul. Bir dağınıklık bu. Gökyüzünde apaçık bir harita var oysa. Göğün içinde bir harita... Kutup Yıldızı orada!
Ortak bir yön bulmak için, bir yöne dizilmek ve dizilirken eldeki suyu, korunağı, ilacı paylaşmak için... Birbirimize bağırıp, çağırıp, kızıp, delice ortalıkta koşturmaktansa, o yıldıza bakmaya başlamak gerek. Göğe bakıp, sıraya dizilip, sırayla dertlere deva bulup, buldukça ortaklaşıp, ortak oldukça hakikatimizi paylaşıp yürümek. Kimseyi kandırmadan, kendini kandırmadan, kanmadan, kanamadan yürümek, bir yönde, bir menzile ve elbette çölün bittiği yere.
Orada henüz kurulmamış kentlerimiz var, henüz yeni yıkılmış evlerimiz. Henüz daha dumanı üstünde ocaklarımız, henüz hiç bilmediğimiz duvarlarımız var. Oradanız ama hiç orada olmamış gibiyiz. Kovulmuş da değiliz. Henüz kurmadığımız ülkemiz o biçim, hiç kurulmayan ülkemiz. Ülke diye bize daha evvel anlatılan yalanlar diyarı değil burası, gerçeğin çölü içinde bir serap da değil... Bir emek, bir sabır ve sebat toprağı. Bu bizim kurtaracağımız ülke değil artık, kuracağımız. Çünkü kurtaracak bir ülke yok kimse için, molozlar içinde fotoğraf arayan deprem sonrası insanlarıyız.
İşte bize bir yıldız gerek. Bir parıldayış. Ne kahraman, ne yalvaç... Bize bir yön gerek, bir pusula ama hepimizin gördüğü, herkesin olan bir pusula... Bir yıldız! Bize kurtarıcılar gerekmiyor, biz kurtuluşu biliyoruz. Bize sihirler lazım değil, bize süslü laflar hayır! Bize hakikat lazım, bize çok çalışmak, çok inanmak, çok anlaşılmak lazım, ekmekten de, sudan da, havadan da çok bize bu lazım. Öyle ki, yaşamaktan daha güçlü bir çağrışımdır onurlu yaşam. Onursuz bir yaşamın kölesi edilmekten usanmaktır bu acı bilgi. Bu kadim sır onurunla yaşam duygusudur.
Bize ortak hakikat, ortaklaşa çalışmak, ortaklaşa paylaşmak gerek. Kutup Yıldızı'mızın parıldadığı yer burası.