Ekolojistler, çevreciler çok büyük riskler alarak yaşamı savunuyorlar.
Yaşamı savunmak deyince, toplumsal ve doğal yaşamların bütün ve ayrılamaz olduğunu bilmeliyiz. Kent kültürü, kentin doğası, kentin değerleri bir bütün olarak savunulur. Kültürpark'ı, kentin kültürel değeri olan yapılarını, havasını suyunu, tarımsal topraklarını savunmak...
Ören yerleri, sahiller, arkeolojik alanlar... Koruyarak, anlayarak onlarla iç içe yaşamak.
Mesela yaya haklarını savunmak, kadınları savunmak ve onlara göre de kenti yaşanır kılmak. Hani kentte, kaldırımları işgal etmiş kahvehanelerin önünden, erkek bakışlarına mahkûm olmadan yaşayabilmek...
Ne çok çile çekiyorlar. Ülke ve yaşamı korunsun diye.
Egemenleri, sermayecileri, onların işbirlikçilerini anlamak kolay. Bu sınıf çıkarı temelli mücadelenin bir parçasıdır.
Ama ya ezilen halkın onlarla iş birliği yapması? Üç beş kuruşluk mülkiyeti olanlar iş birliğine olduğu kadar ihanete de hazırlar.
Herkesin vatanı kendi mülkü, tapusu kadar. Bunlara dokunulmasın da...
Ürettikleri tahılları Avrupa' dan ağır metal içeriyor diye geri çevrilir.
Ekolojistleri çağırırlar memleketlerine. Aman, bu altıncılara engel olun!
Kar kış, kıyamet. Giderler ekolojistler. Yaşam sürmelidir. Köyler yok olmamalıdır. Doğa ve toplumsal kültür korunmalıdır.
Anlatılır, anlatılır... Halk sağlığı, hukuk, madencilik...
Destek verilmiş, amaç hasıl olmuştur.
Köylüler direnecek ve kazanacaklarıdır.
Ama hayır! Öyle olmaz.
Çağırılan, destek istenilen ekolojistler kullanılmışlardır. Şantaj yapılmıştır altıncı şirkete. Bak bunları yığarız buraya, işinizi yapamazsınız.
Şirket, köylünün arazisini değerinin çok çok üstünde satın alır.
Parayı cebine koyan toprak sahipleri köylerini terk ederler. Kimi kente kimi de başkente göç eder. Başka bir yaşama ve kültüre doğru yola çıkarlar...
Köyde en yoksullar ve topraksızlar kalmışlardır. Onlara ne olursa olsun!
İhanet pusuda ve iş birlikçi! Bir de milliyetçilikten ve dindarlıklarından söz etmezler mi!
Ekolojistler mi? Onlar yaşamı savunmaya devam!