Kavramsal algının bilinçli veya bilinçsiz olarak kapatıldığı dönemler karanlık zamanlar olmuştur hep. Algı, öğrenme, fark etme, aldırma, dikkate alma gibi insan zihninin en temel çalışma biçimlerinin kapatılması veya mutlak olduğu düşünülen bir doğrunun gölgesinde çalıştırılması, mutlak doğruları değil ama en azından mutlak zaman kayıplarını beraberinde getirmiştir. İnsan ya kendi zamanından ya da diğer insanların zamanından geri kalmıştır.
Düşünceye olan düşmanlık, olması gereken bir insan güdüsü olarak ele alınmaya çalışılmıştır; düşünmeden var olmanın yolları ideal olarak ortaya konulmaya çalışılmış ancak her defasında düşüncenin özgürlüğü ve bilimsel metodun galibiyetiyle sonuçlanan ve yine her seferinde insan zamanının ziyan edildiği dönemlerden geçilmiştir.
İnsan zamanını küçümsememek lazım; her insandan onlarca yıl çalan dogmaların, egoların incir çekirdeğini doldurmayacak fikirsizlikleri, gerçeğin önünde yüzlerce yıllık bariyerleri oluşturmuştur.
Dünyanın döndüğünü 359 yıl sonra kabul etmek, 359 yıllık bir bariyerdir.
***
İnsan beyninin işlevlerinden biri de düşünce üretmektir. Bu işlevin yerine getirilmesini engellemeye çalışmak garip bir durumdur ve bu garip durum hep devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Öyle ki, insan düşünebilmek gibi çok da iradi olmayan bir güdüsünün baskılanmaması için bunu hukuksal metinlere dahi taşımak zorunda kalmıştır; Düşünce Özgürlüğü.
Düşüncesini ifade edebilmeyi de düşüncesini topluluklara anlatmayı da düşüncesine katılanlarla beraber düşüncesini haykırmayı da hukuksal metinlerle güvence altına almak zorunda olan bir insan; bunu böyle anlatmak ne kadar garip, düşünceyi oksijene, havaya suya benzetmek zorunda kalmak ne kadar garip; yaşamda hala düşünce ve ifade özgürlüğü tartışmak ne kadar garip.
Daha da garip olanı, düşünce özgürlüğü gibi yalın ve pek de başka bir şekilde ifade edilmesine gerek olmayan kavramın karşısına çıkartılmaya çalışılan trajik ama etkili sözcükler; uyumsuz, inançsız, hain, kafir, deli…; çok uzun bir listedir bu, tarihin her döneminde tutturulmuş bir sözcük dizini ama uzun bir liste.
***
Akademi, akademia isimli Platon’un ders verdiği zeytinlikten adını alır ve güncel tanımı ile bilim ve sanatın tartışıldığı ve öğretildiği kurumlara verilen ad olarak özetlenebilir. Akademinin işi sorgulamaktır, bilimsel yöntem ile karşı çıkmak ve yeninin doğmasına olanak sağlamaktır. Akademi meslek öğretmez, mesleğe giden yolu öğretir, bilimsel yöntemi öğretir, kendi öğretilerinin sorgulanması gerektiğini öğretir.
***
Boğaziçi Üniversitesi de mevcut koşullar altında akademik bir kurum olmak için çabalayan, binlerce insanın emeği ve birikimi ile ortaya çıkartılmış akademik bir kültür ve anlayıştır.
Boğaziçi Üniversitesinin akademisyenleri ile öğrencileri ile diğer çalışanlarının fikirleri, düşünceleri ve -hatta bazılarına şaşırtıcı gelebilir- katılmadıkları ve karşı çıktıkları davranış, yöntem ve uygulamalar olabilir, vardır ve olacaktır.
Boğaziçi Üniversitesi mensupları, kendilerini yönetecek kişiyi kendileri seçmek isteyebilirler, -yine bazılarına garip gelse de- akademik bir bünyenin düşünsel yöntemi olabileceği gibi bir tezin sahibi olabilirler.
Söz konusu tezleri dinlenmediği zaman, yani beyinlerinde ortaya çıkan düşüncenin, dilleri ile ifadesi dikkate alınmadığında hem dilleri hem de bedenleri ile birlikte, bir araya gelerek, yani örgütlenerek kendilerine dayatılan bir uygulamaya karşı durabilirler.
Bu durum, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilir ve bir insan hakkıdır.
Hakkın sınırlandırılması istisnadır ve ancak ırkçılık, ayrımcılık gibi unsurlar içeriyorsa mümkündür, hakkın kullanılması ise kuraldır, kaidedir.
“Bir düşüncenin dile getirilmesinin engellenmesine özel olan kötülük, bunun tüm insan ırkını yoksun bırakıyor olmasıdır; hem bu kuşağı, hem de sonraki kuşakları, hem bu görüşe karşı çıkanları hem de bu görüşü benimseyenleri, özellikle de onları.”[1]
[1] Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine, Yazar: John Stuart Mill, Cem Akaş (Çevirmen), Can Yayınları