Uyuşmazlıkla sonuçlanan ve arabulucuya giden İzban Toplu İş Sözleşmesinde taraflar hafta başı yine bir araya geldi, yine anlaşma olmadı. İşveren artış oranını yüzde 14.60’dan 18’e çıkardı ama beklentileri karşılamıyor. Bu artışla bile yine birçok çalışanın ücreti asgari ücretin altında kalıyor ve yasa gereği asgari ücrete çıkmış oluyor.
İşveren tarafı TCDD ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni temsil eden iki bürokrat bu oranın üzerine çıkar mı yoksa Tunç Soyer devreye girip sendikayla yaptığı toplantıda söylediği gibi ‘ücretleri dengelemek’ için bir iyileştirme sağlar mı, bunu göreceğiz. Ama gidiş grev gibi görünüyor.
Peki, her gün yüz binlerce İzmirlinin kullandığı bir toplu ulaşım sistemi, yine greve giderse bundan kim kârlı çıkar? Aslına bakarsanız daha önceki grevlerde olduğu gibi bütün taraflara kaybettiren bir sonucu olacaktır. Nasıl mı?
İşçiler, grev süresince kıdem, maaş, tüm sosyal haklar vs. hiç bir gelir elde edemiyor. Son grev 29 gün sürmüştü, bu anlamda kayıpları hayli fazla oldu. Yani sendika ve işçiler ‘anlaşma olmazsa nasılsa greve gideriz’ değil aksine bir orta yol bulunsun, ücretler ama asıl yan ödemeler konusunda dengeleme, iyileştirme olsun istiyor.
İşletme, grev süresince duracağı için hiçbir gelir elde edemiyor, bakımlar yapılamıyor, zarar büyüyor. Yani en büyük darbeyi asıl İzban alıyor.
Siyasi boyutuna bakıldığında; son iki sözleşme grevle sonlandığı için bu işin masada çözülmesi Tunç Soyer’in hanesine başarı olarak yazılacaktır. Ancak tersi durum ‘bir fark yaratmadığı’ algısına yol açar ve sıkıntı yaratır. İşveren temsilcisi bürokratlar yine başarısız olacaktır ama bu yine kimsenin umurunda olmayacaktır. Yüzde elli ortak TCDD yani Ulaştırma Bakanlığı’na gelince Akp tarafı ‘tavşana kaç, tazıya tut’ politikasıyla durumu uzaktan izler, İzmirliler ile belediyeyi karşı karşıya getirmeye çalışır.
Grev olması halinde asıl kaybeden ise elbette yine İzmirliler olacaktır. Şu salgın döneminde çekilen sıkıntı katlanarak artacaktır. Pek çok yönüyle taraflara yıkım olabilecek grevi önlemek, başta işveren olmak üzere herkesin sorumluluğunda.
Haa, salgın döneminde greve izin verilmez diye düşünülüyor olabilir, bu da mümkün! İşveren tarafı hiç bu rahatlığa girmesin. O zaman da grev dışında; iş yavaşlatma, hak arama eylemleri, Ankara’ya yürüyüş gibi alternatiflere de hazırlıklı olmak gerekir.
İş bu noktalara gelmeden tarafların şapkalarını önlerine koyup, uzlaşma noktasına acilen gelmesinde büyük yarar var, aksi halde bu işin kaybedeni çok olacak.
Ölümlerden başarı devşirme olur mu, yersen olur!..
Doğrusu ben kendimden utandım, çünkü 13 vatandaşımızın 5,5 yıldır PKK’nın elinde rehine olduğunu tamamen unutmuşum! Demek iktidar üzerini örtmüş yok saymış. Murat Bakan’ın soruları cevapsız kalmış! Hangi ülke askerini polisini bunca yıl rehine bırakabilir? İyi, kötü bir devlet geleneği olan her ülke rehin vatandaşları için her türlü girişimi yapar, konuyu gündemde tutmak dünya çapında fırtına estirir tüm diplomatik, askeri girişimde bulunur değil mi? 15 denizciyi korsan teröristlerin elinden alan yönetim, bunu mu yapamayacaktı? Ama yapmamışlar adeta kaderlerine terk etmişler. Ha, bir de rehinelerin annelerini Diyarbakır HDP önüne yollamışlar…
‘Kurtarma’ operasyonu yapmaya kalktıkları zaman da vatandaşlarımızın cansız bedenlerini alıp gelmişler! Böyle büyük bir başarısızlık yine normal demokrasilerde iktidar götürür ama bizde ‘başarı öyküsü’ oluyor! Acılı anneyi Akp kongresine bağlayıp din istismarı yapılıyor ama annenin ‘evladımı size emanet etmiştim’ sözüne cevap verilemiyor. Bağırıp çağırıp hakaret etmekle başarısızlığın üzeri örtülmeye çalışılıyor. Başarısızlıktan başarı devşirmeye çalışmak, bu acıdan muhalefeti sorumlu tutmak, nasıl olur derseniz, Türk tipi başkanlık denilen ucube sistemde bal gibi oluyor.