2 Ekim Çarşamba günü, İzmir gazetelerinden Yenigün Gazetesi “Boşluğa ışık sızdı” şeklinde manşet bir haber ile çıkacaktı. Haberde, iktidarın yurt politikaları neticesinde açılan boşlukların Buca Atatürk Mahallesi’nde Işıkçılar Cemaatine bağlı yurtlar gibi yurtlar ile doldurulmaya çalışıldığının, bu yurdun 600 metrekarelik alanda altı katlı yapılarak İzmir’deki en büyük cemaat yurdu olduğu belirtilecekti.
Fakat, gazete matbaaya gönderildiğinde basım işini yapacak İhlas Matbaacılık önce İmtiyaz Sahibi Mesut Şimşek’i arayarak gazetenin bu manşetle basılmayacağını beyan ediyor. Gazete çaresiz kalıp, yaklaşık otuz çalışanının istihdam güvencesini sarsmamak adına manşeti Mustafa Kemal’in sözleri ile değiştirerek yayınlıyor. Parasını alıp görevini yapmak dışında bir işi olmayan dahası başka bir işi olması kanunla yasaklanmış olan matbaa bir sansür yapıyor ve gazetenin manşetini değiştirtiyor.
Daha önce İzmir basınının görmediği iş değildir sansür. O yüzden, her yeni baskıyla, her yeni kendine görev bilenle gelişmiş bir bilinci vardır. Henüz mütareke günlerinde Anadolu ve Duygu gazeteleri İzmir’in Türk olduğunu haykırdığı için işgal’in adım adım geldiğini söylediği için İzzet Paşa tarafından kapatılır. Açık kalan, matbaaların basmalarına izin verilen Islahat Gazetesi gibi gazetelerde ise “Vali İzzet Beyfendi Hazretleriyle Muhim Bir Mülakat” başlığı ile “Katiyyen zannediyorum İzmir’e Yunan ordusu çıkmayacaktır. Bu hususta memleket halkını elyevm endişeye sevk edenler konusunda gereken yapılacaktır” yazısı ile çıkıyordu. İzmir basını böyle zamanlarda kimseye dokunmadan yazmanın ancak yalanlar söylemekle olduğunu keşfediyordu.
İşgal ile birlikte İzmir gazetecileri Anadolu’daki kurtuluş hareketi hakkında bilgi edinememeye, edinseler de bunu alenen yazamamaya başladılar. Anadolu’da bir hareketlilik vardı, kuvva canlanmıştı ama bu haberleri yazmak işgal kuvvetlerinin sansür kurulunca yasaktı. Ancak Rum gazetelerinde çıkan haberler yazılabildiği için İzmirli, kuvvacıların bir avuç eşkıyadan ibaret olduğunu okuyabiliyordu. İzmir gazetecileri, böylelikle hakikati alenen yazmanın umudu yeşertmek için ne kadar önemli olduğunu öğreniyordu.
İzmir gazetecileri zeki ve çalışkan olduklarından bir yol arıyorlardı sansürü geçmek için ve bu yol 1919’un sonbaharında Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Le Temps gazetesine verdiği demeç ile bulunacaktı. İzmirli, Sakarya’nın ötesindeki kurtuluş mücadelesinin mahiyetini bizzat Sadrazam’ın dilinden üstü kapalı olarak öğreniyordu. Dahası birkaç gün sonra yine aynı gazeteden çeviri yapan Ahenk sansürü atlatıyor ve bizzat Mustafa Kemal’in gazete ile yaptığı röportajı yayınlıyordu. İzmir gazetecileri böylelikle güne uygun, pratik çözümlerle sansürü alt etmeyi öğrendi.
Bu sırada Türkçü çizgisi işgalden önce iyi bilinen Mehmet Refet Bey’in gazetesi başlarda Musevi, Rum, Türk, Ermeni’nin birlikle huzur içinde yaşaması konusunda yazılar yayınlayarak itidal çağrısı yaparken sonraları iyiden iyiye Rum ağzını benimsiyordu. Bu gazete ki işgal gününde bizzat Evzon’a direnmiş ve Kemeraltı’ndaki binasında bir çatışmada şehit bile vermişti. Sonradan öğrenilecekti ki Mehmet Refet Bey kendince meşrulaştırdığı şartlar neticesinde gazetesini ve kalemini Rum ordusuna satmıştı. İzmir gazetecileri böylelikle zor zamanlarda insanların, susarak bile olsa taraf değiştirebileceklerini, onlardan yana, onlar gibi görünseler de onları yalnız bırakabileceğini öğrendi.
Velhasıl bu birkaç günde yaşananlar İzmir gazetecilerinin ve gazetelerinin sansür karşısındaki tavrı umarım bir sonraki hevesliye örnek olur. Sansürlemek istedikleri haberlerin daha çok anlatılacağını öğrenirler. Yok öğrenmemekte ısrar ederlerse, İzmir gazetecilerinin tarihten öğrendiği çok şey varken, bu kez onlara öğretirler.