Eskişehir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Müftülük arasında yapılan, Eğitimde İşbirliği Protokolü kapsamında tüm lise, ortaokul, ilkokul ve anaokullara imamlar gönderilmeye başlamasının ardından İzmir’de "manevi danışmanlık" hizmeti adı altında 842 okula imam, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve kuran kursu öğreticisi atandı. AKP'nin eğitim sistemindeki dindar-kindar nesil politikaları kaldığı yerden tam gaz devam ediyor. 

MEB ile Müftülük arasında yapılan protokollerle, İzmir genelinde bulunan 2 bin 496 okulun 3’te 1’inde görevlendirme yapıldı. Okullara gönderilen yazıda, “öğrencilerin millî, mânevî, ahlâkî, insânî, kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan, geliştiren akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlamak” amacıyla “manevi danışmanlık” protokolünün imzalandığı ifade edildi!

İzmir halkı ne diyecek? 

Biliniyor ancak yeniden belirtelim; sorunlu olan eğitim sistemini hükümet adeta bir enkaz haline getirdi daha doğrusu enkazı inşa etti! Erdoğan “Kindar ve dindar bir nesil istiyoruz” dediğinde bunların işaretini vermişti. Dindar, kindar, cihatçı, şoven bir nesil yetiştirme sevdasıyla ideolojik ve politik olarak hegemonyasını sağlamak üzere gençliğin geleceğini ipotek altına almak istiyorlar. Gençliği ucuz iş gücü olarak da kullanan iktidar, sanayi çarklarının içindeki sömürünün işlemesi için de eğitimi uygun hale getirdi. İdeolojik ve siyasi olarak AKP kendi zihniyetini, siyasal gericiliğini beslemek üzere eğitim sisteminde değişiklik yapıyor ama aynı zamanda sermayeye ucuz köle olarak gençleri sunmak istiyor. Her ikisi de bize şunları işaret ediyor: Ucuz iş gücü yetmez, geleceğin işçilerinin dindar ve kindar olması isteniyor!  

Bilinmektedir ki eğitim sistemindeki değişiklerin bir yanı ideolojiktir. Müfredatta yapılan değişikliklerle de eğitim sistemi akıldan, bilimden, laiklikten; cinsiyetçi, ırkçı, şoven bir müfredata dönüştürülmüş durumda. Kendi çocukları yurt dışında, zevki sefa içinde okurken, işçi ve emekçilerin çocuklarını, sermayenin uzun vadeli çıkarlarının bir aracı haline getiriyorlar. Yetmiyor, bugünden şükreden işçiler olsun isteniyor! İktidarı yeniden kazandıkları gün kutuplaştırıcı dile devam eden iktidar, geleceği de kutuplaştırıcı, kışkırtıcı bir eğitim sistemiyle kurumsallaştırıyor. Okullara imam dayatması böylesi bir anlayışın ürünüdür. 

İzmir’in pilot il olarak belirlenmesi ayrıca tartışılması gereken bir konu. İzmir güzellemesi yapmayacağız. Ancak açıktır ki İzmir halkı, tek adam rejiminin türlü yöntemlerine rağmen iktidara yedeklenmemiştir. İzmir halkı, her dönem gerici güçlere gereken cevabı vermiştir. İzmir iktidar tarafından yedeklenmek istenmekte; gerici, anti demokratik tek adam rejimi adımlarını attığı faşizmi kurumsallaştırmak üzere “İzmir”in mevcut muhalefette kalmasına katlanamamaktadır. 

Tepki verilmesin mi? 

İzmir’de bir mahallede görüşme yaptığım muhtar, “Bizim mahallemizde halk ciddi tepkili, tepki göstermek istiyor ama ‘dinsizlikle, teröristlikle’ suçlanmaktan korkuyor. İzmir’de ailelerin yüzde doksanı bu işe itiraz ediyor” diyor. Özellikle İzmir’in pilot bölge seçilmesinden de rahatsız olan muhtar, “İzmirli tepki koysa diğer şehirlerde ‘gavur İzmir’ denilerek düşmanlaştırılacak” diyor. Evet, muhtarla sohbetimiz bir gerçekliğe işaret ediyor. Özellikle düzen muhalefetinin halka, “sandığı bekleyin” diyerek tüm tepkilerini sandığa konsolide eden anlayışı, iktidarın kutuplaştırıcı dili de belli kaygılara neden olmuş durumda. “Sandık, sandık” diye beş yıldır ortalıkta gezen düzen muhalefetinin “kutsal sandıklara” sahip çıkmadığı, her ne yaparsak yapalım ülkenin yarısını terörist olarak gören bir zihniyetin iktidar da olduğu hatırlanınca; geri durmanın, tepki göstermemenin de hiçbir anlamı bulunmuyor.

“Kim ne der?” kaygısıyla hareket etmek, iktidarı pervasızca davranmaya itiyor. Açık ve net biçimde itiraz edilmediği sürece, at koşturmaya da devam ediliyor. Seçim sonrası muhalif yurttaşlarda moral bozukluğunu da gören iktidar, muhalefetin dağınık ve moral bozukluğunu fırsat bilerek adımlar atmaya devam ediyor.  Demokratik haklarını kullanması sonucunda “terörist damgası” yeme korkusuyla, geri adımla nereye kadar? Her bir yurttaş kendi çocuğunun, ülkenin geleceğini düşünmesi gerek. Bugünü kurtarmak adına kimse geleceği heba etmemelidir! Bir ülkenin geleceği meselesidir. Çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceği söz konusudur. Laik, bilimsel, demokratik, parasız, ana dilinde eğitim talebi, demokratik Türkiye talebinin bir parçasıdır.

Cumhur İttifakı’nın bu gerici, cinsiyetçi ve kutuplaştırıcı eğitim politikalarının karşısında laik, bilimsel, demokratik, parasız, ana dilinde eğitim talebini savunmamız, bunu kazanmak için mücadele etmemiz gerekiyor. Mücadele için çeşitli toplumsal kesimler bu talepler etrafında birleşmeli. Çok açık ki, harekete geçmek için “çağrı gelir mi” diye beklenmemelidir. Demokratik hakkımız olan yürüyüş yapma, basın açıklaması vb. gibi birçok hakkı kullanmak üzere harekete geçmeliyiz. İnisiyatif gelişmeden iktidarı geriletmek, düzen muhalefetini silkelemekte mümkün değildir.