Şehrimizde bir kör dövüşü dönüyor. Körfezin bilim adamlarının dediğine göre, İzmir’e ve İzmirliye bağlı olmayanlar nedenlerle, yani küresel ısınmaya bağlanması bir kavga doğurmuş, sen yaptın ben yaptım dedirtmeye başlamış durumda
Hatta bu iş kavanozda körfez suyu göstermek gibi İzmirlinin samimiyetine inanmadığı noktalara kadar gelmiş durumda. Hem bina rantı, gökdelenler istiyorlar, şehir on milyonu aşsın istiyorlar hem de körfezi temiz tutamadığımız için İzmirliye, Cemil Tugay’a kızıyorlar. Bu akıllıca değil.
Aslında İzmir’in ve çevresinin körfez ve dahası körfezi besleyen dereleri ile arası pek iyi olmamış tarih boyunca. Efes, Milet, Bafa gölünün kıyısında Heraklia İzmir gibi deniz kıyısına kurulan şehirler olmuşlar. Ne var ki Büyük Menderes’in getirdiği alüvyonlar Latmos körfezini tamamıyla kapatır. Milet ve Heraklia hızla önemlerini kaybedip nüfussuz kalırlar. Hatta bu sürece tanıklık eden tarihçi Polybius dehşete kapılarak “Karadeniz’in göl olacağını” söyler. Milet’ten sonra sıra dönemin en muhteşem şehirlerinden birisi olan Efes’e gelir. Bu kez Küçük Menderes Efes’in limanını doldurur ve o muhteşem şehir 19. yüzyılda toprağın altından çıkartılana kadar uykuya yatar.
Efes düşerken, İzmir yükselir. Efes ile giriştiği ümitsiz yarıştan kurtulan şehir hızla büyür, gelişir. 17’nci yüzyılda Avrupalılar Sakız Adasını terk edip konsolosluklarını İzmir’e taşımaları ile şehrin ticarin kapasitesi gün geçtikçe artan bir ivme yakalar. 19’uncu asırda Turgutlu’dan Aydın’a kadar olan bölgenin demiryolu ile İzmir’ bağlanması ve Konak – Alsancak arasında uzanan 4 kilometrelik modern rıhtım inşası ile şehir Cenova ve Marsilya ile yarışmaktadır. Ne var ki Efes’in ve Milet’in başına gelen felaket İzmir’e de bu sefer Gediz adıyla musallat olur. Bir depremle yatağı değişen Gediz’in suları Mavişehir-Çiğli’yi içeren deltadan İzmir Körfezi’ne dökülmeye başlar.
18. yüzyıl sonunda İzmir’i ziyaret eden Charles Texier “Küçük Asya’nın Coğrafyası” adlı kitabında şöyle der: “Gediz nehri körfeze etkisi yönünden şimdiden büyük değişimlere sebep olmuştur ve zamanla üzerinde durulması gereken çok daha ciddi değişimler meydana getirecektir. İki yandaki sığ alanlar giderek birbirine yaklaşmak suretiyle, önce çok dar bir geçit yeri bırakacak, daha sonra tamamen kapanacak ve İzmir göl kenarında bir kasaba haline dönüşecektir. Meles Çayı’nın besleyeceği körfez, zamanla bir tatlı su gölü olacak ve haşarat akınına uğrayacak, kaçınılmaz olarak Gediz’in alüvyonları ile körfez Çeşme’ye kadar dolacaktır. Nihayet Gediz’in suladığı bir düzlük haline gelecek araziden, ticaret çekilecek, şehir ya daha uygun bir yere taşınacak veya tamamen boşalıp ıssız bir yerleşime dönüşecektir.”
Dönemin yönetimi bu duruma çok imtina etmese de neyse ki İzmir’i seven İzmir’i kurtarmak isteyen bir başmühendisi vardır o sıralar şehrin. 1830 doğumlu, Danyel Markosyan’ın oğlu Kalust Markosyan Efendi, tahsilini “École Nationale des Ponts et Chaussées” adlı okulda, Paris’te tamamladıktan sonra İzmir’de başmühendis olur. Tamamen şahsi çabaları ile Abdülhamit’i ikna eder ve Gediz Nehrinin yatağını tekrardan Menemen Vadisi üzerinden Foça’ya doğru değiştirilmesi projesini başlatır. Daha sonraları Mr. Rivet ve Arslan Bey’in yürüttüğü proje 1884’te başlar ve 1890’da sonlanır. İzmir’in Ermeni bir evladının çabası ve nihayet Osmanlı Hükümetinin müdahalesi ile İzmir 1891 yılında kurtulur. İzmir’in kurtarıcıları arasında birçok isim sayılsa da Kalust Efendi’nin adı pek anılmaz, onu da anmak buradan bize düşsün.
Bugün Kalust Beyin veya zümresinin bir zamanlar İzmir’de yaşadığını belirten bir yapımız yok. Ama politikacıların var. Bugün görüyoruz ki politikacıların derdi İzmir’in suyu değil pek. Körfez değil pek. Onlar bunun üzerinden kendilerine alan açmayı istiyor sadece. Belki de hem işi hem de anmayı sadece İzmirlilere bırakmak istemeyenler, bundan cesaret alıyor.