Siyasetle arası sadece bağımsız, özgür ve barış içinde yaşanan bir ülke hayali olan biri olarak son yıllarda yeteri kadar politik zehirlenmeye maruz kaldığımı düşünüyorum.
En son yaşadığımız aşırı doz siyasi zehirlenmeden sonra ise bende şöyle bir durum gelişti...
Durdum.
Evet öylece, güneş vurmuş bir taşın üzerindeki kertenkele gibi durdum ve soluklandım.
Günlerce kimseyle konuşmadan, sosyal medyaya bulaşmadan, iç sesimi bile kapatıp sadece sustum ve durdum.
İçinden çıkamadığım her durumda olduğu gibi, yaralı bir kedi gibi, bir köşeye kapandım ve ‘yol göstericinin’ rehberliğini bekledim.
Bir şeyleri oldurmaya çalışmaktan çok yorulanlar bu hissi iyi bilir.
Teslimiyettir bu...
Teslim olmak değil ama... Harareti bedeninin ısısını aşmış bir tartışmada artık her söz söylenmiş, kelimeler tükenmiştir. Karşı taraf seni duymamakta, dinlememekte ısrarcıdır ve işte bir anda susar ve vazgeçersin.
Bak işte o vaz geçiş de yenilgiyi kabullenmek değildir aslında.
Yorgunluk... Derin koyu bir yorgunluk.
*
İşte bu ara hislerim bu olunca kendimi sistemin akışına teslim ettim.
Ve dinledim o sesleri...
İzledim mesajları...
Çeşme’deki 13 yıldır yaz kış yaşadığım evimizde bahçe niyetine bir avuç toprağımız var.
Evdeki geçmişimiz çok çok eski... Ta 1988’den beri...
Rahmetli annem babam yaşarken de, sonra buraya tamamen yerleştiğimde ben de o küçücük toprak hep çim olsun istedik.
Olmadı. Ne yaptıysak olmadı.
Evin önünde arkasında bulunan fıstık çamları izin vermedi.
En son 7-8 yıl önce ben son bir deneme daha yapmıştım ve yine olmamıştı.
O toprak parçası öyle kuru yabani ot sarmış ve vazgeçilmiş olarak kaldı.
*
Bak ne diyorum en son 7-8 yıl önce çim tohumu atılmış ve işe yaramamıştı.
Şimdi ne oldu biliyor musunuz? Bir anda çıldırmış gibi çim fışkırmaya başladı!
Fışkırmakla kalmadı toprağın üzerinde yürümeye her yere yayılmaya başladı.
Canım Anneciğim’in çok yıllar önce bir heves aldığı ama hiç işe yaramadığı için depoda çürümeye terk edilmiş çim biçme makinasını çıkardım. O da toprak gibi, uykudaki çim tohumları gibi bize küsmemiş, çalıştı.
Mis gibi yeni biçilmiş çim kokusu evi sardı.
Evren bana “başlarım senin bu hayata küsmüşlüğüne, kalk ve kendine gel sen kimsin len şımarık!” dedi.
*
Green finger diye bir tanım vardır, bilir misiniz?
Hani bazı insanlar vardır toprağa bir meyve çekirdeği batırır orada hayvan gibi ağaç çıkar. İşte onlar green finger.
Bir de benim gibiler vardır, baktığı kaktüs bile yaşamaz ama evdeki patates soğanlar sepetinde ağaç olur.
Gerçi tarım işi dediğin çok meşakkatli iş.
Tek bir fidan sana sepet sepet ürün verir ama öyle diktim, bıraktımla olmaz o iş.
Özen göstereceksin.
Vakit ayıracaksın.
Senin her tanığın insan aynı mı?
Değil... Onlar da öyle.
Bazısı suyu çok sever, diğeri arada bir suyla buluşsa yeter.
Kimi güneşin koynunda sere serpe yanmak ister kimi şezlongun altında gölgeyi tercih eden tatilci gibi.
Kimi her sözüne alınan, küsen narin arkadaşın, kimi her koşulda yanında olan hayat arkadaşın.
*
İşte şimdi ben doğanın, toprağın bu mesajını aldım kabul ettim.
Daha önceki deneyimlerimi çöpe attım.
Tekrar toprakla birbirimize sarıldık.
Bahçenin her köşesine tohum ekiyorum.
Domates, biber, patlıcan, maydonoz, roka...
*
Toprak beni tekrar ayağa kaldırdı.
Bütünün hayrı için önce kendi bahçem bereketlensin, yeşersin, yaşasın diye niyet ettim.
Çabalayacağım.
Niyet hayır, akıbet hayır...
Evde benimle yaşayan, sokağıma uğrayan hayvanlarımın öğrettikleri de var.
Kedi, köpek, kirpi, kaplumbağa, salyangoz, domuz, at...
Çok anlatasım var...
Onlar bir sonraki yazıda...