Tamam biliyorum mutluluk ve mutsuzluk, insan hayatında gelip geçici duygular.

Psikiyatri bilimi der ki sürekli mutlu ya da mutsuz olmak pek mümkün değildir.
Duygular geçicidir.
İnsanlar genelde inişli çıkışlı duygular yaşarlar.
Mutluluk, mutsuzluk hayatın farklı dönemlerinde ve olaylara bağlı olarak değişebilir.
***
Ama bir gün arayla da böyle manyaklık olmaz ki!
Bir sabah uyanıyorum ‘Al bu dünya artık senin omzunda dönecek’ deseler, ‘Hiç sıkıntı yok hatta omzuma da gerek yok serçe parmağım yeter’ enerjisiyle uyanıyorum.
Öyle sebepsiz bir mutluluk, enerji güç hissediyorum.
Bütün günüm dolu dolu şahane ve üreterek geçiyor.
Sonra ertesi gün bir uyanıyorum, diyorum ki odanın panjurları yetmez biri şu güneşi de kapatsın! Ben uyuyacağım ve umarım hiç uyanmam.
Arada ne oldu diye sorarsan, hiç kardeşim… Hiçbir şey olmuyor.
Zaten mevzu bu.
***
Diyelim bir sabah uyandığımda aynada gördüğüm kadının yanaklarını sıkıyorum ‘Kız maşallah ne güzelsin’ diyorum…
Giyiniyorum süsleniyorum dışarı çıkıyorum. Yolda yürümüyorum süzülüyorum. Herkese selam vermek herkese gülümsemek istiyorum.
Eve giresim gelmiyor. Oraya da uğruyorum buraya da gidiyorum.
***
Sonra ertesi sabah aynaya bakıp diyorum ki ‘Sen kimsin lan? Kızım bu ne çirkinlik! Sen eskiden böyle miydin? Ne hale geldin!’
Bütün günü evde pijamayla geçiriyorum.
Markete, eczaneye gitmem gerekirse aynı pijama ve ev terlikleriyle gidiyorum.
Yolda, trafikte kavgayı da geçtim belamı arıyorum.
Genelde buluyorum da… Malum burası Türkiye… Sinyal kolunu süs, trafik lambalarını pavyon ışığı zanneden insanlar ülkesi…
***
Bir gün aldığım kiloları kendime yakıştırıyorum, ertesi gün şu yeni çıkan üç aylık zayıflama iğnelerini araştırıp fiyatı öğrenince duvara boş boş bakıyorum.
Bir gün arkadaşlarımı çağırayım parti verelim diyorum, ertesi gün umarım kapının zili çalmaz ve kimse uğramaz diye dua ediyorum,
Bir gün tüm özlediğim arkadaşlarımı arayıp makara yapıyorum, ertesi gün çalan telefonları açmıyorum mesajlara cevap vermiyorum.
***
Eskiden de mutluluklarım, mutsuzluklarım sürekli olmazdı ama bu artık başka bir evre.
Çözdüğümü sandığım travmaları tekrar yaşıyorum.
Çoktan kurtulduğumu sandığım kurban psikolojisi hortluyor, boynuma bıçak vurulsun diye bekliyorum.
Bu ara çok moda ya, o politik midir bu politik midir tartışmaları.
İşte bence bu manyaklık, bu dengesizlik hali de politik!
***
Halk olarak birkaç spor dalı sevinci dışınca mutluluk verecek hiçbir şey yaşamıyoruz.
Geleceğimiz belirsiz.
Açlıktan ağaç kabuğu mu kemireceğiz? Sokak hayvanlarını mı koruyacağız? Çuvallara tıkılan çocukların peşine mi düşeceğiz?
Adalet sistemine güvenimiz yok…
Hastalansam, devlet hastanelerinde annemin ne hale geldiğini ve yanlış kararla nasıl kucağımda öldüğünü yaşadım ben.
Aldığım nefese vergi isteyecek ama kendi akıl almaz lüksünü itibar diye yutturan bir parti devletim var.
Ülkenin anayasasını değiştirmeye hazırlananlara karşı halkın çoğunluğunu yalnız bırakan boş beleş hiçbir işe yaramayan muhalefet var.
Yalnızım ulan yalnızım.
Ben bir vatandaşım.
Kendini savunmasız, haksızlıklara karşı sesi kısılmış, geleceğinden umutsuz, vicdan sızısı ciğerini yakan bir vatandaşım.
***
Dönelim başa… Evet psikiyatri ve psikoloji, duyguların gelip geçici olduğunu ve bu duygularla başa çıkmanın yollarını öğrenmenin önemli olduğunu vurgular.
İşte bu yüzden delirmemek için çok uğraşıyoruz sanırım. Bir mutlu bir mutsuzuz…
Peki biz nasıl iyileşeceğiz? Neredeyse çeyrek asrı bulan kâbus öncesine nasıl döneceğiz?
Topraklarından, üç tarafındaki denizlerinden bereket fışkırması gereken bu ülkede fakirliğe mahkûm yaşıyoruz.
Bir milli maçta her şeyi unutup birbirine sarılan, kesilen ağaçların, yanan ormanların, toplu katliam fermanı verilen sokak hayvanlarının…
Bir kız çocuğunun katlinin peşine düşen biziz….
Peki bizi bu deliliğe mahkûm edenlerden hesabı nasıl, ne zaman soracağız?
Çok ama çok yalnızız!