Okul tatil olmuş, karnelerimizi almıştık. Ali’nin karnesinde bir tane zayıf vardı. İlkyarı notu yüksek olduğu için ortalamadan geçiyordu. Babasının zayıf notu görmemesi gerekiyordu. Akşam evde kıyamet kopabilirdi. Geçen sene kemerle dövmüştü. Ali ağladı ağlayacak, moralimiz çok bozuk. Beynimizde yüzlerce tilki dolaşıyor. Mıstık atladı hemen,
“Buldum! Aynı renkte kalem bulalım, üstünden geçelim, üçü sekiz yapalım.”
Ali ile düşündük o an çok mantıklı geldi. Notlar mavi dolma kalem ile yazılmıştı. Hiçbirimizin evinde dolma kalem yoktu. Bu operasyona en uygun ev bizimkiydi. Annem ve babamın işten gelmesine daha çok vardı. İçeriye girer girmez kalem aramaya başladık. Eldeki tükenmez kalemlerle idare edecektik. Bulduğumuz kalemleri ve Ali’nin karnesini büyük masanın üzerine koyduk. Ali’ye dönüp,
“Kim yapacak operasyonu?” dedim.
“Sen yapacaksın Efe, biz beceremeyiz.”
“Oğlum aç ayı oynamaz, önce karnımızı doyuralım.”
Mutfağa koştum, annemin evde hazırladığı şokellayı çıkarıp yarım ekmeklerin içine sürdüm. Limonata yapıp soğutmak için buzluğun karlaşmış tavanından kar kazıdım. Limonataların içine doldurdum. Koşarak salona girdim. Çocuklar elimdekileri görünce hemen saldırdılar. Yemek faslı bitince kalemleri tek tek denemeye başladım. Üçü sekiz yapmak kolaydı zor olan rengi tutturmaktı. En sonunda yakın bir renge karar verdik. Bir ton açığıydı. Ali ve Mıstık tepemde dolaşıyor, yazarken izlemek istiyorlardı. Bir ara Mıstık koluma dokundu.
“Arkadaşlar bir rahat bırakın. Geri çekilin. Zaten yeterince stres var üzerimde.”
Hemen arkamdan çekildiler. Bir cerrah titizliği ile operasyonumu tamamladım. Çok az ton farkı vardı. Üçümüz karneyi elimize aldık. Şöyle bir baktık. Ali sevinç içinde bana sarıldı.
“Oğlum hayatımı kurtardın” Üçümüzden bir çığlık koptu. Sevinç naraları atıyorduk. Ben kendime geldim.
“Durun hemen sevinmeyin, kursağımızda kalmasın.” Sessizlik oldu hemen arkasından Ali,
“Üç kere âmin” dedi.
Ali işler ters gidince muhakkak bu cümleyi kurardı. Biz alışmıştık artık. Mıstık’la göz göze geldik. Korkudan olsa gerek biz de,
“Üç kere âmin” dedik.
Evlere dağıldık. Akşam tam uykuya dalmak üzereydim ki, aklıma korkunç bir şey geldi. İkinci notu düzelttim fakat ortalama notunu ellemedik. Ben üçü sekiz yaptıktan sonra ortalama notunun beş değil yedi olması gerekiyordu. O dakikadan itibaren uyku tutmadı. Sabahı sabah ettim. Annem ile babam evden çıkar çıkmaz peşlerinden kendimi dışarı attım. Önce durumu Mıstık’a anlattım. Onu da yanıma alıp Alilerin evinin önünde beklemeye başladık. Kapıyı çalamıyorduk annesi çok aksiydi. Sabah erken Ali’yi çağırırsak bize kızıyordu. Bir saat bekledikten sonra kapı açıldı. Ali dışarıya çıktı. Morali bozuk, ağladı ağlayacak gibi duruyordu. Koşarak bize sarıldı.
“Kardeşten ötesiniz” dedi.
İşte o an mahalleyi sesimizle inlettik. Bahçesine topumuz kaçtığında her zaman kesen Ekrem Amca evden çıktı,
“Lan, deyyuslar sabah sabah bu ne gürültü, gidin kapınızın önünde bağırın” dedi.
Hemen sustuk, küçük dar aradan aşağıya inip bakkala girdik. Seyfettin Ağabey’den birer tane leblebi tozu alıp, bu güzel haberi kutladık. Bizler kardeşten öteydik. Bu söz aklıma bir şey getirdi.
“Kan kardeş olalım mı?” İkisi birden,
“Olur” dedi.
Gülüştük, öğlen bardak içinde buzlu oralet yemek için sözleştik. Ali kahvaltı yapmaya, ben yatmaya, Mıstık boya sandığını almaya gitti.