Dün gibi hatırlarım: Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Tarihi ve Dramatik Yazarlık Bölümü Öğretim Üyesi Efdal Sevinçli’nin Dönemeç dergisinde “Şu Kültürsüzlük Denizinde Boğulmadan” başlıklı bir yazısı yayımlanmış, İzmir’de bazı çevrelerin tepkisini çekmişti. Hatırımda kaldığı kadarıyla Efdal Sevinçli o yazısında İzmir’deki kültür ve sanat ortamının sığlığından söz ediyor, bunun -en azından kendisinde- bir boğuntu yarattığını söylüyordu.
Ben bugün bile hak veriyorum kendisine. İzmir, sanat ve kültürel etkinlikler planında İstanbul’u, Ankara’yı geçtim, Anadolu’daki bazı kentlerden bile geridir. İzmir’in kaderi vaktiyle yapılan İktisat Kongresi’nde çizilmiş gibidir. Evet, İzmir Türkiye’nin Batı’ya açılan kapısıdır ama bu ağırlıklı olarak kültür ve sanat alanında değil, ticaret alanındadır. Valla alınma kırılma olmasın ama İzmir’de doğru düzgün bir yayınevi bile yok. Varsa da Yamanlar Dağını aşabilmiş değildir. Yayınevi adı altında kitap basıp yayımlayanların çoğu, Tarık Dursun K.’nın ironik deyişiyle “üste para yayıncılık”tır. Yani yazarından para alarak kitabını basan, dağıtımı ve tanımı zayıf butik kuruluşlardır.
Kendini yazarak ifade etmek isteyenlere saygı duymalıdır: Buna inanırım. Yazdıklarının okurlara ulaşmasını istemek, onlardan övgü beklemek anlaşılır bir şeydir. Eskiler, “Marifet, iltifata tâbidir” der. Ressam resimlerinin, müzikçi yaptığı bestelerin, şair şiirlerinin, oyuncu oyun becerisinin takdir edilmesini bekler. Okurlara ulaşmanın çeşitli yolları tabii ki vardır: Yazdıklarınızı çevrenizdekilere okutursunuz, dergilere gönderip yayımlanmasını istersiniz, bir süre sonra yazdıklarınızı toplu olarak görmek için kitaplaştırmak arzusu başlar.
Dergicilik ve yayıncılıkla şimdikinden daha yoğun ilgilendiğim yıllarda birçok şair ve yazar adayının bir yanılgısına tanık oldum: Edebiyat adeta kendileriyle başlıyordu. Birikime dayanmak, geleneğe yaslanmak gibi dertleri yoktu. Karaladıklarının bir an önce yayımlanmasını istiyor, çarçabuk tanınıp ünlü biri olmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Yani çilesini çekmeden tepeye oturmak, pek moda deyişle, iktidar olmak istiyorlardı.
Hayatın başka alanlarında el çabukluğu marifet yükselmek belki mümkündür ama ben edebiyatın öyle bir alanda olmadığını düşünüyorum. Vaktiyle Hilmi Yavuz söylemişti bir sohbetimizde: “Şimdiki gençlerin usta/ustalar edinmek gibi bir tasaları yok maalesef.” Haklıydı tabii. Şairlik/yazarlık öyle kerametleri kendilerinden menkul atölyelerde filan üç-beş dersle öğrenilecek bir şey değildir. Şairsen Türk ve Dünya şiiri hakkında, yazarsan Türk ve Dünya edebiyatı hakkında donanımlı olmalısınız. Belleğinde Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan, Nâzım Hikmet’ten, Ahmet Haşim’den, Attilâ İlhan’dan iki dize olsun bulunmayanlardan şair mi olurmuş!?
Bakın mevzumuz derin, gelin gerisini başka yazılara bırakalım.