Eminim siz de yapıyorsunuzdur: Hayatın gailesinden, bazı işlerin ters gitmesinden, sıcaklardan, soğuklardan, şundan bundan sıkılınca kitaplığınıza gidip elinizi bir zamanlar okuyup çok beğendiğiniz kimi kitaplara uzatıyorsunuzdur. Ben öyle yapıyorum. Canım şiir okumak istiyorsa elim Sevda Şiirleri’ne, Büyük Saat’e, Güzel Irmak’a, Beşi Bir Yerde’ye ya da Yağmur Kaçağı’na filan gidiyor. Çünkü Cemal Süreya’nın, Turgut Uyar’ın, Edip Cansever’in, Can Yücel’in, Attilâ İlhan’ın, Hilmi Yavuz’un birçok şiiri belleğimde bütün tazelikleriyle duruyordur. Kim bilir, belki bunlardan birçoğunu bizzat tanıma onurunu yaşadığım için…
Ama ben şiirden çok deneme türünün insanıyım. Bu, çok önceden belli etmişti kendini. Manisa Ortaokulu’nda okurken Kerime Nadir’in romanlarını okuyup taklit etmekle başlamıştı her şey. Ama aşağı yukarı elli yıl kadar önce Montaigne’in Denemeler’ini okuduktan sonra kendimi o türe iyice yakın buldum. Beni boş verin, hangi yazara sorsanız, böyle bir başlangıcı vardır. Sözgelimi Tarık Dursun K., Oktay Akbal’ın, Orhan Kemal’in, Maksim Gorki’nin, Maupassat’ın adları ne zaman geçse, onlar için “Ustalarım!” derdi ve minnetle anardı.
Zülfü Livaneli bir denemesinde, böyle çok yönlü yazarlar ve sanatçılar için “Rönesans aydını” betimini kullanmıştı. Katılırım. Yalnız şiirde ya da romanda, öyküde, denemede değil, sanatın diğer dallarında da, (yani resimde, tiyatroda, müzikte filan,) eser veren gerçek sanatçılar, insanlığın gelişimi için gereken devrimi beslerler. O yüzden de gerçek aydındırlar. Bakın yazdıklarına: Sanattan siyasete, ekonomiden uluslararası ilişkilere, hayatın hemen bütün alanları için tutarlı, ufuk açıcı fikirleri vardır; yetmez, fikirlerinin doğruluğunu kanıtlamak için hayatın pratiğine de bizzat katılırlar.
Bizde böyleleri yok mu? Nâzım Hikmet’i, Yaşar Kemal’i, Z. Livaneli’yi, daha yaşanılası bir dünya için verdikleri mücadeleyi görmezden gelebilir miyiz? Hele 40 Kuşağı dediğimiz yazarları, şairleri… Suat Taşer’i, Hasan İzzettin Dinamo’yu, Kemal Tahir’i, A. Kadir’i, yani ömürlerinin bir kısmını hapislerde geçirmiş gerçek sanatçıları unutabilir miyiz?
Hilmi Yavuz, yıllar önce bir söyleşimizde, “Şimdikilerin açmazı, kendilerine usta ya da ustalar edinmemeleri, her şeyi kendilerinin başlattıklarını sanmaları” demişti. Benzerini Attilâ İlhan da bizzat bana söylemişti: “Bizimkilerin iki kusuru var: Biri kültürsüzlük, ikincisi alkol.” Kastı, zamane üdebanın/şuaranın (tabii önemli bir kısmının!) kendinden öncekileri iyi okumadığı, okumaya vermeleri gereken zamanı edebiyat dışı etkinliklere vermeleriydi.
Neyse, ben izninizle kitaplarıma dönmek istiyorum. Ne diyordu C. Süreya: “Parklardan bahçelerden geç git / Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti”