Burjuva nedir? Eğer Karl Marx’ın tanımıyla hareket edersek, üretim araçlarına sahip olanlardır. Fakat bu tanım fazlaca indirgemecidir bana göre. Biz burjuvayı şöyle ele alabiliriz; burjuva şehirde ikamet eden, şehirde yaşamanın verdiği pratiklerin sonucunda sekülerleşen, geçimini devletten değil özel kesimden karşılayanlardır. Bu grup ise bugün Avrupa’yı Avrupa yapan gruptur. Modern toplum bu grupla yakından bağlantılıdır. Osmanlı toplumuysa bazı bölgeleri haricinde bu sınıfın oluşumu için uygun şartlara sahip değildir. İşte İzmir burada ayrışır. Zira İzmir’in ortamı 16. yy. sonlarından itibaren adım adım burjuvanın oluşması için elverişli şartlara sahip olmuştur. Böylelikle İzmir, burjuva yaratma olanağına sahip olarak Türk modernleşmesinin en önemli şehirlerden biri haline gelmiştir.
Geçen yazıda bahsettiğim üzere Osmanlıyı aşan bazı değişimler, özellikle merkantilist Avrupa’nın yeni ticari tutumları, İzmir için yeni bir dönemi başlatır. Bu dönem, Avrupa ile yeni bir ticari birliktelik dönemidir. Şimdi İzmir, siyasi olmaktan olabildiğince uzak ama bir ülkenin kaderini oldukça değiştireceği bir yola girer. Bu yoldan doğacak İzmir ise bugün halen daha kimi çevrelerin nefretini üzerine çekerken, Türk aydınlanmasının da kalesi olmasını sağlar.
İzmir’in yeni yolunun taşları Ege bölgesinin pamukluları gibi ürünlerine ihtiyaç duyan Kuzey Avrupalı tüccarın İzmir’e gelmesiyle döşenmeye başlar. İzmir biraz şans, biraz tarihi devamlılık, biraz Kadifekale’nin varlığı ve kale önündeki iç limanın elverişliliği gibi nedenlerle, diğer kıyı bölgelerine karşı Avrupalılarca tercih edilir. Avrupalılar şehre gelince İzmir’e birçok Osmanlı tüccarı da gelip yerleşir. Şehir bu haliyle, bir taraftan Ege bölgesinin ürünleri, diğer yandan İran ipeğinin albenisine kapılan Avrupalıların talepleriyle gelişimini sürdürür. Böylece İzmir, 18. yy. ikinci yarısına gelen kadar Ege’nin en önemli kıyı yerleşimi olur. Batı Ege kıyılarında Selanik, Anadolu’da ise İzmir, bir yıldız gibi parlar. Bu yıldız, Osmanlı dünyasının Avrupalılar ile karşılaşıp yarattığı bir ışıktan başka bir şey değildir.
Fakat yine de bu yıldız ilk zamanlar İstanbul ya da Kütahya gibi, geniş tarımsal imkanlara sahip şehirlerle kıyaslanamaz. Yıldızın yarattığı ışık, köklü medeniyetleri geride bırakamaz. Lakin sanayi devrimi her şeyi değiştirir. Sanayi çağının imkanlarıyla İzmir’e gelenler, oyunun kurallarını kökten altüst edip yeni kuralları koyar. Artık yeni dönemde Ege’nin ürünlerine olan ihtiyaç eskisiyle kıyaslanamaz derecede artar. Bu öylesi bir artıştır ki tarihçiler, İzmir’in sanayi öncesindeki gelişimi ile sonrasındaki gelişimini ayrı ayrı inceler. İşte bu büyüme, İzmir’in ve benzer biçimde Selanik’in ışığını daha da parlatır. Öylesi bir parlaklık olur ki İstanbul bile geride kalır zaman zaman.
Bu haliyle de İzmir, tarihinin bütününde olduğu gibi kültürel bir karşılaşmadan doğan uyumun, yeniliğin, yeni şeylerin dillendirildiği bir şehirdir. Zaman zaman gerilese de barışla, ticaretle tekrar dirilir. İşte şimdi Osmanlı – Avrupa etkileşiminde bir merkez olarak sivrildiği yeni bir misyondadır artık. Hatta bir açıdan Ege’nin iki tarafında iki yıldız, Selanik ve İzmir ortada ise bir güneş İstanbul ile Türkiye sanayi çağına, aydınlanmaya, modernizme hazırlanmaktadır. Bu ahval içinde de Türk aydınlanması için ortam oluşur. Namık Kemaller vatan için özgürlük için çırpınır. Nihayetinde bu etkileşim merkezlerinden Batıyı tanıyan Osmanlı – Türk münevverleri, modernizmin ne olduğunu öğrendikçe bu yeni ilerici akıma kendilerini uyarlamaya çalışırlar. Reformlara girişir, savaşır ve Türkiye’yi ayakta tutmayı başarır.
İzmir bu hali ile Osmanlı yıkılırken, Selanik elden gitmişken, son bir önemli işlevi daha üstlenir. Bu işlev, eski dönemdeki gibi bir dönüm noktasıdır. Yine Umur Bey’in İzmir’inin başına geldiği gibi işgal edilmiştir, fakat yine bir ulusun kaderinin değiştiği dönüm noktasındadır. İzmir’in açtığı yeni kapı ise Atatürk’e güç verecek, Cumhuriyetin yolu döşenecektir. (Devamı haftaya…)