Geçen yazıda bahsettiğim üzere Umur Bey’in akınları Haçlılarca durdurulmuş, İzmir merkezli gaza faaliyetleri çökmüştür. Bu yenilgi sonucunda ise fatihan taraftarlar kaybetmiştir. Fakat az zaman sonra yeni bir liderlik kendisini gösterir. Bu ahval içinde Egeli gaziler Kuzeydeki dinamik bir lidere, Orhan’ın yanına gider.
Orhan Gazi de babasının sahip olduğu fetihgarlık karizmasını devam ettirecek, sonra bayrağı nesline aktarıp büyük fetihlerin önünü açacaktır. Lakin İzmir’de Umur galip gelseydi, Orhan da ikinci planda kalacak, İzmir gazanın merkezi olacaktır. Zira zaten Osmanlı akıncıları da Umur’un Trakya seferlerine iştigal etmektedir. Fakat Umur’un kaybı, Aydınoğlu’nun yani Ege bölgesinin gazaya sırt çevirişi şimdi Marmara’daki beyliği parlatmıştır. Orhan da fırsatını bilmiş, önce Karesi–Balıkesir bölgesini ve gazilerini saflarına katmış, sonra da Gelibolu üzerinden Rumeli’ye akmasını bilmiştir.
İşte İzmir, 1340’larının sonunda böylesi tarihi bir süreci yaşamıştır. Tarihin alternatifi nasıl olur? Elbette bunu ilmi açıdan bilmek imkansızdır. Yani İzmir merkezli gaza başarılı olsaydı Umur Bey ve evlatları neler yapardı? İzmir, aynı Osmanlı’nın Bursa’sı ve Edirne’si gibi mi olurdu? Sonradan İstanbul’un lehine gücünü – önemini kaybeder miydi? Yani İzmir merkezli gazanın kaybı, bugün bizler için tali bir mesele midir? Ya da belki de İzmir’den İstanbul’a başkent hiç taşınmaz, İstanbul ve genel olarak Marmara bölgesi Ege’den sonra ikincil bir konumda mı olurdu? Elbette bunların cevabı herkes için değişebilir. Lakin kesin olan İzmir’de bir zamanlar bir gaza liderliğinin doğduğu, zamanında Osmanlıların bile İzmir’den koordine edilen seferleri ilgiyle takip edip, İzmir’in Beyini takip ettikleridir.
Nihayetinde de İzmir’in tarihi de Umur Bey’in kaybetmesi ile değişmiş, tarih Osmanlıların yüzüne gülmüş, Bursa, sonra Edirne ve nihayetinde de İstanbul merkezli olarak Osmanlı gücü serpilmiş ve Oğuz-Türk tarihinin başat konusu haline gelmiştir. Osmanlıların hakimiyeti ise aynı eskinin Bizans’ı gibi Ege’yi etkilemiştir.
Bu tarih ise şöylece vuku bulur; Osmanlı çağları, özellikle Fatih Mehmet sonrasında Ege’de bir barış dönemi yaşanır. Ekonomi serpilir. Üretim ve nüfus adım adım artar. Lakin bu dönemde, bu ekonomik aktiviteden Ege’nin kıyı şehirleri gerekli payı pek alamaz. Nitekim bilhassa kıyılarda ticari imkanlar kısıtlıdır. Çünkü bölgenin üretiminin çoğu Osmanlı’nın büyük başkenti İstanbul’a gider. Hatta bu eğilim bölgenin dış ticaretini de değiştirir. Buna göre Osmanlı öncesinde Latinler tarafından alınan üretim malları şimdi yeni dönemde Osmanlılar tarafından iç ticarete yönlendirildiğinden dolayı dış ticaret de geriler.
Fakat dış ticaretteki gerileme yine de göreli bir gerilemedir. Kayıtlara bakılınca İzmir dahil diğer tüm kıyılar aslında gelişir. Fakat gelişim tekrar edilmesi gerekirse iç ticaret sayesindedir. Bu bir bakıma iyi bir bakıma kötüdür. İyidir, çünkü daha bağımsızdır. Kötüdür, İstanbul’daki bir hapşırma İzmir’i felç etmeye yeterde artar.
İzmir de bu ahval içinde yoluna devam eder. Dönemin gereği büyükçe bir liman olamaz. 17. yy ’da yazan Evliye Çelebi’nin betimlemesindeki gibi İzmir büyük bir köyden farksızdır. Her ne kadar kayıtlarda İzmir’e bağlı gümrük vergileri hatırı sayılır bir rakamı bize gösterse de bu bir yekundur. Çeşme’den Foça’ya ve Ayasulug’a kadar geniş bir bölgeyi kapsar. Yani dönemin ticari pratiği, iç Ege’de üretim yapıp bunu mümkün olduğu kadar yakından İstanbul’a ya da oradan izinli yabancılara, merkezin yani İstanbul’un belirlediği fiyata satmaktır. Bu sistemde bölgesel ve uluslararası ticareti örgütleyecek geniş bir liman burjuvasının çıkması da pek mümkün değildir. Lakin bu hep böyle gitmeyecek, yeni bir burjuvanın doğuşu için bazı koşullar da arkada pişecektir. Bu yeni şartlar, İzmir’i ve buradan hareketle Türkiye’nin tarihi değiştirmeye içten içe başlayacaktır. (Yazının devamı haftaya)