Bir bisiklet aktivistinin ilgi ve düşünsel alanına bisiklet dışında iki unsur daha girer. Bunlardan birisi yaya diğeri de engellilerdir. Çünkü bisiklet savunusunun tek tehdidi otomobile dayalı yaşam biçimi ve otomobile dayalı kent planıdır. Bu yaşam biçimi, kentlerde daha çok yol, daha çok otopark daha çok tünel, daha çok köprü yapılması ile kendisini ortaya çıkarır. Bu da şehirlerdeki yaşam alanlarının öncelikle otomobillere ayrılması demektir. Bunun sonucunda mağdur olan ve demokratik alan paylaşımının eşitsiz tarafındaki yaya, engelli ve bisikletlidir.
Paylaşımın otomobillerden yana adaletsizce yapılması sonucu ortaya çıkan çevre ve sağlık problemlerini bu köşede sıkça dile getirmeye çalışıyorum. Bunun dışında şehirlerdeki alan paylaşımının demokrasi ile de doğrudan ilişkisi bulunduğunu da ifade etmeye çalışmıştım.
Ne demek istediğimi biraz açayım.
Şehirde yaşayan insanların iletişime ve etileşime geçtiği yerler alışveriş merkezleri, restaurantlar, sinemalar, tiyatrolar veya konserler değildir. Çünkü bu alanların tamamında insanlar alıcı (receiver) konumundadır. Hepsinde insanlara bir hizmet, bir mal, bir ürün sunulur ve insanlar bunu algılama, tüketme durumundadır. Bu da insanı o alanda alıcı konumuna getirir ki bu bireyler arası etkileşim değil, bireylerin toplu halde tek taraflı alıcı konumunda olduğu alanladır. Bireyler buraya erişimini çoğunlukla otomobil ile yaparlar ve bir araya gelme, toplanma aşamasında da aslında atomize bir şekildedirler. Bulundukları alanda talep ettikleri ya da onlara sunulan şey her ne ise onu aldıktan sonra da yine kendi özerk alanlarına yani otomobillerine binerek yine kendi özerk alanları olan evlerine geri dönerler.
İnsanların sadece fiziki çevresi ile ve çevresindeki kişilerle etkileşimde oldukları yerler büyük meydanlar, yaya olarak dolaşılabilen park vb. alanlardır. Toplumun birçok farklı kesiminden insanları bir meydanda bir parkta ya da yaya olarak gezilebilen bir bulvarda bulabilirsiniz. Fiziki olarak eşit şartlarda, aynı güneş altında aynı yağmurda, aynı hareket kabiliyetinde (yürüme) bulunan topluluklar, bulundukları o kamusal alan içerisindeki aynı heykele, aynı müziğe, aynı gösteriye, aynı protestoya şahit olurlar. Orada o esnada olan biten görme, dinleme, seyretme veya algılama bağlamında kişilerin özgür iradesi kapsamına girer. Çünkü kişiler için orada olan biten belirlenmiş bir gösteri, bir sunum değildir. Herhangi belirlenmiş bir topluluğa değil orada olan herkese dairdir. Sokak sanatı, sokak müziği veya performansının temel dayanakları da bu bağlamdadır. Seçilmiş bir üretici ve tüketici ilişkisinin dışındadır olan biten.
Bu şartlar altında bireylerin ya da küçük toplulukların birbirleri ile iletişimindan ortaya çıkan toplum “community” kavramı demokrasinin de temelini oluşturan unsurlardan birisidir. Toplumsal hak arayışları, demokratik taleplerin tamamı yaya alanlarından çıkmıştır. Eşitlik biraz da fiziki olarak aynı şartlar altında bir arada olmak ve eşit alan paylaşımına da dayalıdır.
Özgürlük ya da demokrasi otoyolda yeşermez ya da otoyoldan, köprüden çıkmaz. Bir kentte yayalar için ne kadar çok alan varsa o kentte demokratik yaşam ve özgürlük talepleri o kadar canlı ve gelişmiştir. Gezi bir parktır, Taksim bir meydandır. Bu açıdan bakıldığında aslında otomobile dayalı yaşam biçimi toplumun düşmanıdır. Toplumu atomize eder, birbirinden yalıtır ve her alanda kültür oluşumunu sekteye uğratır.
Yayaların, engellilerin ve bisikletin daha çok alana sahip olduğu, demokratik ve sağlıklı bir kentte yaşamak ümidiyle...