Kollarımı şöyle kavuşturup da korkunç bir apartman boşluğuna bakar gibi, bakıyorum odanın penceresinden. Bu odanın penceresi nadiren sakin bir bahçeye, sıklıkla gürültülü bir dünyaya açılır. Gazetelerde okuduğumuz, haberlerde duyduğumuzdan ibaret değildir oysaki gördüklerim. Orada akıl vardır; kavga, kaygı ve aşk. Ve yoktur da. Dünya, derindir. Derinliği olan düşündürür. Derinliği olan, içine çeker. İçine çektiği her şeyi zamanla balık istifi gibi sokar düzene. Yığın eder.

Dünya, yarısı küflenmiş bir limon gibi görünüyor gözüme uzun zamandır ve benim içimden buna dair bir hayli cümle yazmak geçiyor. Bazı kelimeleri bazı anlamlara, başına buyruk anlamsızlıklara yakıştırmak istiyorum. Pencereden bakmak gibi bir şey sanıyorum bunu. Ya da pencereye yansıyanlara bakmak.

***

Bornova metro durağında başlıyoruz konuşmaya. Yolu izliyoruz. Keşke şu an boş boş yürüyor olsaydım sokaklarda, diye geçiriyorum içimden. Çoktandır bunu iş edindim kendime. Yürürken yanından geçtiğim ağaçların yapraklarına el sürüyorum. Sonra anlamsız bir aceleyle kalbime bastırıyorum o elimi. Sanki geç kalsam elimdeki o “şey” sönüp gidecekmiş gibi. Bir arkadaşım bunu duyunca bastı kahkahayı. Çok sonra anladım, sönmeye hevesli o şeyin yaşamak gibi bir anlamı olduğunu. Ben gülmedim.

Konuşma yeniden başladı:

“Havalar ısındı ya insanlar evin kapısını ardına alıp dışarıya atıyor artık kendini. Baksana metro doldu taştı yine.”

“Öyle öyle… Kitap fuarı da başladı ya böyle kalabalık oluyor hep. Basmane’de inerler, merak etme. ”

Hilâl’den sonra ortalık karardı birden. Güneş ışığı uzaklaştı. Yerine yapay ışıklar aydınlattı içeriyi. Telefondan saate baktım önce. Sonra da pencereye. İnsanların yansımasını gördüm. Kimi telefonuyla ilgileniyor, kimi yanındakine bir şeyler anlatıyor, kimi de kimseyle göz göze gelmemek için anlamsız sıkıntılara sokuyordu kendini. Bir de yaşlıca bir adam, elindeki bozuk paraları ve sarı lastiklerle paketlediği yara bantlarını belindeki ufak çantaya sıkıştırıyordu.

Hâkikaten metrodaki insanların çoğu indi Basmane’de. Birkaç kişi kaldı yalnızca. İçerisi hâlâ yapay ışıkla dolu. Penceredeki yansımalar ise artık yok.

 

“ “Panc”, beş demekmiş Farsça’da. Biliyor muydun? “Rah” ise; yol. Pencere kelimesi buradan geliyormuş yani. ”

“…”

“Dört duvar arasındaki beşinci yol!”

***

Odanın penceresi gürültülü bir dünyaya açıldığında bütün kirli savaşları, kirli hevesleri gören gözlerimiz var. Bu manzarada yaşamak, elimi kalbime götürdüğüm yol kadar kısa ve çabuk.

 

İnsan, insana bakmadıkça; paylaşmadıkça payına düşen güzellikleri, o vakit o yarısı küflenmiş limonun kokusu burnumuzu fena sızlatacak. Henüz vakit var ve ben o camdaki yansımalara inanıyorum.

Dört duvar arasındaki beşinci yolda.