Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine bir buçuk aydan kısa bir süre kaldı. Heyecanlı, gergin, umut dolu günlerin arkasından önümüzdeki beş yıl ülkeyi kimin yöneteceği belli olacak. Her seferinde olduğu gibi, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, siyasal ortam seçim sonuçlarında oldukça büyük rol oynayacak. Bununla birlikte, sonuçlara çok ciddi şekilde etki edebilecek iki faktör daha var: Bunlardan birincisi, bugünden 14 Mayıs Pazar gününe kadar seçim kampanyalarının nasıl yürütüleceği, ikincisi de seçim günü akşamı nelerin yaşanacağıdır.
Önümüzdeki günler muhalefet ve iktidar için zigzaglar, dönemeçler ve beklenmedik olaylarla dolu bir kampanya sürecine sahne olabilir. Her iki taraf da bu gelişmelere karşı durumu kontrol altında tutmaya çalışacak.
Hala vakit varken söyleyelim; seçim kampanyası bir kör dövüşü değildir, kesinlikle ciddi bir iletişim çalışmasıdır, çok iyi bilgi sahibi olmayı gerektirir. İyi bir seçim kampanyası açık bir mesaja sahip olmalı, seçmenlerini çok iyi tanımalıdır. Bunun yanı sıra çok iyi bir kampanya planı hazırlanmalı, iyi örgütlenmeli ve 13 Mayıs akşamına kadar çok sıkı çalışılmalıdır. Böyle yapmak, yani seçime kadar birkaç hafta çok sıkı ve planlı çalışmak, rahatça kazanılabilecek bir seçimi kaybettikten sonra dövünmek ve seçimin neden kaybedildiğine dair anlamsız mazeretler üretmekten çok daha kolaydır.
Aslında, bir seçim kampanyasının dayandığı mantık çok basittir: Tüm kampanyalarda, oy verecek halka ısrarlı bir mesajın iletilmesi gerekir. Bu siyasetin altın kuralıdır. Siyasi kampanya bir iletişim sürecidir -doğru mesajı bul, bu mesajı doğru seçmen gurubuna ilet ve bu mesajı sürekli tekrarla.
Seçim kampanyası bir iletişim çalışması, bilimden yararlanan teknik bir alan. Türkiye’nin de azımsanmayacak kadar çok demokratik seçimler geçmişi var. Buna rağmen hala, seçimlere az bir zaman kala birlik beraberlikten bahseden ya da “Hepimiz Birimiz İçin!” benzeri sloganların önünde tek başına takım elbiseyle çekilmiş ve çok ciddi yüz ifadesini yansıtan vesikalık fotoğrafların yer aldığı afişler ve broşürlere rastlamak mümkün. Geçtiğimiz yerel seçim öncesinde yapılan kampanyalar sürerken bu vesikalık fotoğrafların seçmene hiçbir şey ifade etmediği gibi afiş ve broşürlerde fuzuli yer işgal ettiğini söylediğim bir iletişim uzmanı bana ceket ve kravatın Türkiye’deki seçmenler için hala bir güven sembolü olduğu cevabını vermişti. Ona göre fotoğrafların hepsi ceketli kravatlı olmasa da bazıları mutlaka öyle olmalıydı. Elbette, adayın kollarını sıvadığı gömleğiyle halkın içinde, dikkatle bir vatandaşı dinlediği, tokalaştığı, konuştuğu hareket yansıtan fotoğraflar da çok önemliydi.
Kampanya mesajı
Kampanya mesajı büyük bir ağacın gövdesi gibi düşünülebilir. Adayın ve partisinin birikiminden ve değerlerinden beslenir. Halkın, hedef kitlenin özlemlerini ve sorunlarını temsil eden dallar bu ağacın gövdesine bağlanır. Seçmenlerin, yüzlerce sayfayı, binlerce maddede ifade edilebilen politika veya mutabakat metinlerini okuyup değerlendirecek vakti yoktur. Bu metinlerde yer alan konuların akılda kalabilen, sürekli olarak tekrarlanan ve doğru hedeflenmiş seçmenlere ulaştıran bir kampanya mesajına bağlanması gerekir.
Örneğin; Bill Clinton’ın Başkan Bush’a karşı 1992’de yürüttüğü kampanya mesajı bu özelliklere sahip etkili bir mesajdı. Clinton’ın mesajı basitti: 12 yıllık Cumhuriyetçi Parti iktidarı ABD’de sosyal ve ekonomik durgunluk yaratmıştır. Amerikan halkı bu tabloyu değiştirmek zorundadır. Clinton’ın 1992 mesajı nettir; değişim mi yoksa şimdi olduğu gibi durgunluk ve durağanlık mı?
Clinton kampanyası her bir kampanya konusunu tek bir mesaja bağlayarak çok iyi bir iş yapmıştır. Eğer örneğin; Clinton sağlık hakkında konuştuysa, soru değişim ya da daha fazla durağanlık mı? Eğer eğitim, ekonomi, sosyal refah veya başka bir şey hakkında konuştuysa soru aynıydı, değişim mi daha fazla durağanlık mı? Clinton’ın mesajı iyi bir mesaj için gerekli kriterlerin tamamı ile uyumluydu ve kampanya tekniğine uygundu.
Kampanya mesajı sağlam bir araştırma yapıldıktan sonra belirlenmişti Yapılan anketler Amerikan halkının değişim istediğini gösteriyordu. Mesaj kısa, gerçekçi ve güvenilirdi. Seçmenlerin çoğunluğu için önemliydi. Bush ve Cumhuriyetçilerle olan farklılığı ortaya koyuyordu. Amerikalıların kalplerine net bir şekilde hitap ediyordu. Mesajın odaklandığı ana seçmen kitlesi Cumhuriyetçi politikaların kendilerine iyi gelmediğini düşünen işçiler ve orta sınıftı. Bill Clinton mesajı sürekli olarak tekrar etti: “Değişim veya daha fazla durağanlık”.
Ben Kemal, geliyorum.
Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik kampanya mesajı sıra dışı. Mesajın çıkış noktası geçen Ocak ayı sonunda CHP grup toplantısında yaptığı konuşma olmuştu. Konuşmasında, kamu kaynaklarının yağmalandığını ileri sürerek buna cüret edenleri seçim gününün ertesi sabahında telefonla arayarak “Ben Kemal, geliyorum” mesajını vereceğini ifade etmişti. Bu mesaj ilk kez kullanıldığında belli bir gruba yönelik bir hesaplaşma ifadesi olarak sunuldu ama sonradan seçmenlerin bütün sorunlarına karşılık veren bir mesaj olarak da kullanılabilir hale geldi. Bu ifade şekli yirmi yıllık AKP iktidarı sonunda ortaya çıkan sorunların altında ezilen vatandaşlara seslenen ve onlara yardım eli uzatan bir süper kahramanın mesajı gibi de değerlendirilebilir.
Ekonomik sıkıntı içinde misin? Ben Kemal, geliyorum. Deprem mağduru musun? Ben Kemal, geliyorum. Adaletsizliğe mi uğradın? Ben Kemal, geliyorum. Tabii ki bu mesaj sürekli olarak tekrar edilmeli, seçmenlerin zihnine kazınmalı. Diğer yandan mesajın seçmen nezdindeki etkisi de sürekli olarak takip edilmeli.
Kampanya mesajı bir seçim kampanyasının olmazsa olmazlarından ama kampanya bundan ibaret değil. Kampanya, iyi araştırma yapmayı, seçmenlerin doğru hedeflenmesini, iyi bir iletişim planı oluşturmayı ve çok çalışmayı gerektiren karmaşık bir süreç. Hele Türkiye’nin bugünkü koşullarında sağlıklı ve temiz bir seçim kampanyası yürütebilmek gerçekten oldukça zor bir iş.