Hayatının son 30 yılında yanı başında olduğum, söz konusu 30 yıl boyunca yazdığı bütün hikâye, roman ve denemelerin yazılış süreçlerine bir biçimde katıldığım 1931 doğumlu ve 50 Kuşağının en önemli kalemlerinden biri olan Tarık Dursun K., 11 Ağustos 2015 günü aramızdan ayrıldı. Şu anda çok sevdiği İzmir’in Çiğli ilçesinin topraklarında yatıyor.
Tanıştığımızda Ona Sevdiğimi Söyle adlı kitabıyla Sait Faik Hikâye Ödülü’nü henüz almış, ardından Ömrüm… Ömrüm adlı kitabını çıkarmıştı. Bostanlı’da, büyük bir parkın iki yanında oturuyorduk; o yüzden, Kemeraltı’ndan geçip Karşıyaka’ya vardığımızda evlerimize kadar birlikte yürüyor, yol boyu edebiyatın çeşitli sorunları üzerine sohbet ediyorduk. Birkaç günlüğüne de olsa ne zaman İstanbul’dan Bostanlı’daki evine gelse beni hemen arar, birlikte Nergis’in, Karşıyaka’nın çarşısında yürürdük. Hiç unutmam: Soğuk bir şubat günü Kemeraltı’nı boydan boya yürüyüp Anafartalar Caddesinden geçip Basmane yakınlarındaki bir gece kulübünü ziyaret etmiştik. Yönetmen Fatih Aksoy, onun Kopuk Takımı adlı romanını TRT için Kopuk Dünyalar adıyla filme alıyordu. Filmin bazı sahneleri o gece kulübünde çekiliyordu. Yazdığı romanın filme çekilme sahnelerine alışık biri olduğu için orada bulunduğumuz o birkaç saat içinde hiçbir müdahalede bulunmadı.
Tarık Dursun K., gerçekten de tam bir İzmir aşıklısıydı. İzmir’in çarşılarına, mahallelerine, arka sokaklarına, kendi hallerindeki insanlarına âşıktı. Gezilerimiz boyunca çevresini inceler, bazen durup kendince ilginç bulduğu herhangi bir ayrıntıya uzun uzun bakardı. Aklı fikri yazmayı tasarladığı romanlar, hikâyeler ya da diğer türdeki kitaplardaydı. Gençlik arkadaşlarını sever, onlardan sık sık söz eder, ziyaretlerine giderdi. Romanlarında ya da hikâyelerinde adları geçen yakın arkadaşlarını, yani Buca’daki hipodromun restoranını işleten Hasan Göksu’dan tutalım Muhtar Kemal’e, Amerikalı’dan Foto Esat Balım’a, hepsini onunla birlikte geçirdiğim zamanlarda tanıdım.
Tarık Dursun K., -merak edenler için söylüyorum- bana miras olarak binlerce anı bıraktı. Anlatmakla yazmanın farklı şeyler olduğunu, roman yazmakla hikâye yazmak arasındaki yazınsal farkları ben ondan öğrendim. Zaten o, yanında yöresinde bulunanları estetik anlamda besleyen bir insandı. Yalnız bir yazar değil, aynı zamanda sinemacı, gazeteci ve yayıncıydı. Türk edebiyatına müthiş eserler bırakmış kuşağı yazarların içinde dilinin akıcılığı, kurguda sağladığı sağlamlığıyla bilinirdi. Oktay Akbal’ı, Orhan Kemal’i, Maksim Gorki’yi, Maupassant’ı, Abdi İpekçi’yi içten bir saygıyla anar ve onlardan “ustalarım” diye söz ederdi. Eşref Kolçak, Ahmet Mekin, Bilal İnci, Parla Şenol, Cüneyt Arkın gibi sinemamızın yüz akı sanatçılar, onun yakın arkadaşlarıydı.
O İzmir’i çok sevdi. İzmir de onu çok sevdi. Bunu bilerek uykuya daldı.