Doğrusu yola çıkarken tablonun bu kadar kötü olacağını düşünmemiştik. İyi şeyler görmeyeceğimizi biliyorduk. Teknik ekipler günlerdir bölgede çalışmalar yapıyordu ve bize bilgileri vermişlerdi ancak insanın gözüyle görmesi başka. Hepimizin hayatını etkileyen, bölgenin can damarı olan Gediz Nehri’nin ne kadar hoyratça kullanıldığını ve kirletildiğini yerinde görünce daha iyi anladık.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile dört gün boyunca Gediz Nehri’ni doğduğu Murat Dağı’ndan denize döküldüğü Foça’ya kadar adım adım gezdik. Nehrin kollarını, derelerini, çaylarını gördük. Yöre halkıyla konuştuk, sorunları dinledik. İzmir’in içme suyunun yarısından fazlasının karşılandığı Gediz Havzası’nın ölmekte olduğunu gözlerimizle gördük.
Türkiye’nin tarımsal üretiminin yüzde 10’undan fazlasının yapıldığı Gediz Havzası’na can veren nehrin durumunu görüp sorunları yerinde tespit etmek, ileride yapılacaklar konusundaki çalışmalara önemli bir temel oluşturuyor.
Gediz Nehri’yle ilgili üç temel sorun olduğunu gördük. Bunlardan ilki, çok su gerektiren ürünlerin tarımı yapılarak hem nehir ve kollarından hem de su kuyularından su çekilerek aşırı şekilde tüketilmesi. Bizim gibi su fakiri bir ülkenin çok su gerektiren ürünler yerine bulunduğu yerle uyumlu, su tüketimi az ürünler tercih etmesi gerekiyor. Ürünün ihtiyacı olan suyu bulmak değil suyun yeteceği ürünü yetiştirmek önemli bir değişim sağlayacak. Ürün deseni değiştirilmeden tarımsal faaliyet bu haliyle sürdürülürse bir değil birkaç Gediz’in yetmesi mümkün değil.
İkinci temel sorunun sulama biçimi olduğunu gördük. Zaten az olan suyun, salma ya da vahşi sulama denilen yöntemle kullanılmasının suyu nasıl heba ettiğini yerinde görme imkânımız oldu. Salma sulama hem suyun israfına hem de tuzlanma ve kireçlenmeyle birlikte tarlanın verimliliğinin azalmasına neden olmakta. Yani hem suyu hem toprağı kaybetmekteyiz.
Üçüncü ve en önemli sorun ise kirlilik. Gediz Nehri’ni ve onun kollarını oluşturan dereleri, çayları kirletiyoruz. Hem de öyle az buz, gizli saklı değil. Alabildiğince ve alenen kirletiyoruz. Hiç arıtma tesisi olmayan sanayi bölgelerini, mezbahaları, var olan arıtma sistemini elektrik parası ödememek için çalıştırmayan sanayi tesislerini, var olan arıtma tesisleri eski teknolojiye sahip olduğu için arıtma verimliliği düşük tesisleri gördük. Derelerin yanına kurulan, ‘aktarma istasyon’ demeye insanın dilinin varmadığı, her tarafı çöple kaplı yerleri gördük. Bunları ayrıntısıyla saymak için sayfalar dolusu yazı yazmak gerekli. Fakat en kötüsünü Turgutlu’da gördük. Sanayi Bölgesinin atık suyunun arıtılmadan ve doğrudan sulama kanalına verildiğini görmek hepimizi dehşete düşürdü.
Tablo çok kötü ve insanı karamsarlığa sürükleyecek boyutta. Ancak Tunç Soyer’in de dediği gibi ‘Umutsuz değiliz, çaresiz hiç değiliz.’ Gediz Nehri doğduğu kaynağında pırıl pırıl ve gürül gürül akmakta. Su bütün ihtişamıyla doğaya hayat vermek için yeryüzüne çıkmaya devam ediyor. Doğru ürün deseni ve sulama yönetmeleriyle tarım yapıldıkça ve nehrin kirletilmesi önlendikçe kaynaktan gelen temiz su bütün nehri ve ovayı temizleyecek güçte. Bunu sağlamak için hepimiz harekete geçmeliyiz. Çözümü sağlayacak şeylerin hayata geçmesi için talepçi olmalı, yerel yönetimlerden ve merkezi hükümetten gereğini yapmasını istemeliyiz.
Öncesiyle birlikte aylardır devam eden ve dört günlük saha incelemesiyle kamuoyunun gündemine getirilen ‘Temiz Gediz Temiz Körfez’ çalışmasından elde edilen bulgular ışığında kısa, orta ve uzun vadede neler yapılması gerektiği Tunç Soyer tarafından açıklandı. Şimdi sıra bizlere, bu ülkede yaşayan her bir bireye geldi.
Hangi bölgede yaşarsak yaşayalım, her fırsatta suyumuza ve toprağımıza sahip çıkmalıyız. Bulunduğumuz yerlerde arıtılmadan derelere karışan her su için yasal ve demokratik itirazlarımızı dile getirmeliyiz. Ürün deseninin değişmesi, sulama sistemlerinin verimli hale gelmesi için teşvikler talep etmeli, çiftçinin desteklenmesini sağlamalıyız. Ülkenin kaynaklarının ‘Beton İstanbul’ gibi rant projelerine değil tarıma, kalkınmaya, üretime, istihdama, çevreye aktarılmasını sağlamalıyız. Sadece hayıflanarak, sadece kızarak, sadece suçlayarak değil omuz vererek, katkı koyarak, mücadele ederek vatan topraklarına sahip çıkmalıyız. Yurtsever olmak bunu gerektirir.